HERHANGİ BİR YERDE
Ellerini bacaklarının çevresine sıkıca sarmıştı, karanlık odada ay yüzünden gölgelenen çıplak camın ışığı vardı sadece ve o da yerde, halısız çizik parkelerin üstünde duruyordu. Gözleri kapanmak üzereydi ama uyuyacak hâli de kalmamıştı. Gözyaşlarının kuruduğu yanakları sızlıyor, oturduğu yer gitgide soğuyordu sanki tenini de delip geçer gibi. Kalabalık evden ziyade bu dört duvar odasında yapayalnız, öyle dünyanın ortasına bırakılmış gibi hissettiriyordu. Nerede olması gerektiğini bilmese de burada olmayı istemiyordu. Burada konuşmak, gülümsemek, ağlamak... Her şey yalnızca işkence gibi hissettiriyordu.
Çıplak hâliyle yürüdüğü kaldırımda o denli köşeye yakındı ki duvarla birleşmiş gibiydi ve şeffaf teni beton grisine boyanmıştı çoktan. "Yardım edin." dedi içindeki cılız ses boğazına olanca kuvvetini vererek. Kimse yüzünü çevirmezken beklentiye girmemiş yüreği sıkışır gibi oldu yine de. Nefes aldıkça inkar da etse umut hep vardı. Nefes aldıkça... Zorlanarak tozlu bir soluk çekti ciğerlerine içinde türlü ağaçların ve çiçeklerin olduğu parkın yanından geçerken. Rengarenkti gökyüzü usul bir yağmurun ardından. Yıllardır yürüdüğü kaldırımın sonunu hayal dahi etmeden birkaç adım daha attı. Kambur bedeni koca bir taşı ardından sürüklüyordu. Olduğu yerde durdu ve taşa yaklaştırdı zayıf bedenini. Kaldırımdan silinmeye başlayan ayakları bir yandan yokluk korkusunun tohumlarını içine serperken bir yandan taşıma zorunluluğunun bittiğini düşündüğü kaybolan bedeninin tatlı hafifliği ile tanışıyordu. Gözlerini artık ve zaten teslim olarak kapattı, içlerinde beyazların olduğu kirpikleri de dökülüyordu.

Bedeni sahnede hızla kendini geriye bırakırken ayaklarını sağlamca eski, ahşap, siyah sahne zeminine bastı. Gözleri kararlı bir ifadeyle açılırken parmakları zarif bir şekilde açıldı ve kollarını başının üzerinde kaldırıp geriye düştüğü yerden diğer uca doğru önce hızlı başlayan sonra emin adımlar ve baş hareketleriyle biten yavaş dönüşler yaptı. Bomboş salondaki kırık seyirci koltukları cılız ışıktan dahi seçiliyordu. Tutkuyla dönüşlerini bitirdiğinde kararlı irisleri hayal kırıklıklarını tozlu perdelerden yansıtırken hissettiği müziğin ritmiyle dizlerinin üstüne çöktü ve hızla başını eğdi, sanki biri özellikle vurmuş ya da tutuyor gibiydi. Başını omuzları etrafında çevirirken gevşek topuzu da çözülüyordu. Elleri dizlerinden zemine uzandı ve olanca gücüyle vurmaya başladı, bedeni ise bu hırçınlığa tezat olarak usulca salınıyordu öne arkaya. Ayağa kalktı. Bir iki adım yalpalasa da toparlamaya çalışarak bedenini ve ruhunu yeniden sahnenin ortasına taşıdı. Nefesleri düzensizleşmiş, elleri bitiremeyeceğini haber verir gibi çoktan iki yanına düşmüştü. "Pes et!" dedi sanki bacakları ve yıllardır süren sessiz dansını burada, sahnenin ortasında noktaladı. Dizleri büküldü; kontrolünü kaybetmişçesine yere düştü. Tok ses tüm salonda yankılandı. En arkadaki hanımefendi irkilip hafifçe yerinden kıpırdandı. Ama onun dizleri acımadı bile. Elleri uyuşurken gözleri bozuk lambanın ışığını dahi seçemez hale gelmişti. Usulca kapandı göz bebekleri ve bedeni olduğu yere yığıldı. Şimdi ışıklar altındaydı tüm salon. Kırık sandalyeler temiz ve sağlam duruyordu. Bir sürü insanın gözbebekleri umutla parıldarken kapanan gözleri sessiz ve ışıksız zihnine bir perde çekiyordu. Kan kırmızısı perdeler işini yaparak örttü sahneyi.
Kuru dudaklarına gitti elleri, boğazı yanıyordu. Hırsla önündeki siyah beyaz tuşlara basmaya devam etti. Melodi her yeni sayfada tekrar ediyordu ama hâlâ bitmemişti. Nota defterinin 38. sayfası önünde açık bir şekilde dururken kara kalemle yazılmış notalar eşsiz bir resme benziyordu. Böyle olduğuna inanmak istiyordu. Teni iyice incelip kemiklerine yapışmıştı. Piyanodan çıkan sesler saçlarını dahi savurur hale gelmişti artık. Parmakları sızlıyordu ama tuşlar gitgide sertleşiyordu sanki. Şarkı istemese de yavaşlıyordu. Elleri yanlış notalara kayarken kulaklarını yerlerinden kesip atmak istiyor, içinde bir şeyler yıkılıyor gibi hissettiriyordu. Üç beş gecekondu ile kurduğu şehri sonrasının boş olduğunu bildiği sayfaların gelişini ondan daha erken fark etmişti. İnce bir yol oluşturarak aktı yaşları boynuna doğru. Yaşın geçtiği yer derin yaralar açtı boynunda ve kızıl kanıyla kavuştu tuzlu yaşı. Piyanonun sesini duymak için öylesine çabalıyordu ki tek bir inilti dahi dökülmedi ağzından, notalar sessizleşiyordu şimdi. Daha güçlü bassa da fayda etmiyor, soğuk demirden tuşlar kızgın alevler gibi yakıyordu parmaklarını. Elleri piyanodan kayarken avuçlarına baktı korkarak. Teni yer yer soyulmuş, parmak uçları siyahlaşmıştı. "Su." diye inledi. Ateş, ellerinden kollarına yayılıyordu. Siyah parmak uçları soba külü gibi dökülüyordu dizlerine. Taşlaşan boğumlar birer birer çatırdayıp bedeninden ayrılırken dehşet ve hayal kırıklığı ile baktı ellerine. Dirsekleri yanıyordu. Alevler gözlerinden yansırken önündeki koca piyano sobadan farksızdı şimdi.
Boş bir ifadeyle baktı geçtiği eski asma köprünün iki yanında uzanan yemyeşil ormana. Kırık tahtayı atlamadan üstüne bastı. Tereddüt yoktu tek bir kıpırdanışında. Baktığı yerde hiçbir şey görmüyordu. Yanında uzanan iki halat ağırlığı ile sallanırken yeni bir adım daha attı çürük bir tahtanın ortasına. Derin bir soluk alıp bekledi köprünün başından uzaklaşmışken. Altında hırçın bir ırmak akıyordu. Irmağın sonu sakin bir göle ulaşıyordu, biliyordu. Bir adım daha atacak gücü yoktu. Zaten köprünün sonu da görünmez olmuştu. Vazgeçmişken devam etmesinin anlamı da yoktu. Zihninde ne iyi ne kötü tek bir düşünce fısıltısı dahi kalmamıştı. Sert rüzgar bedenini geçip vadiyi boydan boya kat ederken bedenine uğramıyordu. Olduğu yerde duruyordu hala. Beklemek, sanki doğduğu andan beri ulaşması gereken tek sonmuş gibi hissettiriyordu şimdi.
Beyaz duvarlarda garip gölgeler oynuyordu. Ellerini bacaklarının etrafından çözdü ve dizlerinin üstünde bir yastık gibi birleştirdi. Ayın yetersiz ışığı dahi rahatsız hale gelmişti. Alnını kollarına yaslayıp ıslak kirpiklerini kapattı ve birikmiş yaşlar yeniden süzüldü yanaklarından. İki yanından saçları bir ağ gibi çevresini örtüp sakinleşmesine yardım eden bir kalkan oluyordu. Çıplak ayakları ahşap zeminde üşüyordu, üstelik saatlerdir böyle oturmaktan bacaklar da uyuşmuştu. Hareket edecek gücü kendinde bulamıyordu, zaten isteği de yoktu. Ruhu için yabancılaşmıştı hayata karışmak. Sabahı beklemeye karar verdi böylece ilk defa kendi için bir şeyler yaparak.









