top of page
mikrop foto.JPG

DALINDA 33 TOMURCUK

     Ben Muhlis. Oturmuşum bir dağ köyünün merhametli yamacına, bir türkü tutturmuşum, acıların lal ettiği yüreklere ses olmuşum, nefes olmuşum. Toprağı koklamış filiz olmuşum, bir kuzuyu okşamış aşk olmuşum. Heybemi sırtlanmış düşmüşüm yeniden diyardan diyara. Yeni coğrafyaların benzer acılarını sırtlanmış, bir türkü ile merhem olmuşum kanayan yaralara. Her baktığım gözde başka acılar görmüş, kendi dertlerimden utanır olmuşum. Gönlümü hoş edememişim, nice gönülleri hoş etsem de. Bağlamamın telleri kalem, gökyüzünün mavisi defter olmuş dökmüşüm içimi.

“Akarsuyum yansam da

Kül olup savrulsam da

Bazı bazı gülsem de

Yine gönlüm hoş değil.” 

    Bağlamamın kolu benden önce yanınca, işte o an ölmüşüm. O yanmış ben kavrulmuşum, kül olup savrulmuşum. Bilmişim ölmeden önce öleceğimi, gülmeden önce yanacağımı. Yine de gülümsemişim.

     

   Ben Hasret. Altı yaşında koymuşum başımı sazımın göğsüne. Çelimsiz bedenimi notalar beslemiş; ağladığım yerde teller okşamış başımı. 'Derman sendedir' demişim düştüğüm yerde, derman sendedir. Türküler söyleyerek, besteler yaparak çözmüşüm hayatın sırlarını. Genç bir filiz olmuş, bahara hazırlamışım yeşillerimi allarımı. Bahar türküleri söyleyerek sevmiş, sevgiyi kuşun kanadında aramış, yine de içimizden söküp atamamışız laf anlamaz söz dinlemez sevdamızı. Toyluğuma verin inadına sevgi, inadına sevda, inadına insan diyen dilimin ettiklerini. Bilememişim. Bir insan ömrünü neye vermeli, diye sorgularken harcanıp giden ömürleri, bilememişim daha yirmi iki yaşında sazımla birlikte yakılıp küle döndürüleceğimi.

  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
CI5GVG-UsAAf0cN.jpg
metin-altiok-05.jpg
_102285443_2sivas.jpg

     Ben Metin. Şiirler yazıp gönül dolusu satırlarla dosta gitmişim kimseleri evde bulamasam da. Dosta gitmiş, bir otelin ahşap merdivenlerinde bulmuşum kendimi candan dostlarla. Kin dolu çığlıklarıyla karanlığı üzerimize salan, misafirlerini ateşe verenlerin arasında kalmışım. Yılmamışım. “Yaşamak görevdir bu yangın yerinde /Yaşamak, insan kalarak” demişim. Yakanlar çoktan ölmüş, insanlıklarıyla beraber. Yananlarsa sarılarak bir zeytin dalına, yeniden filizlenivermiş. Son sözümü vasiyet saymış geride kalanlar; gidenlere şiirler yazmışlar. Yazmışlar da insandan insana yol olmuşlar.

      Ben Aziz. Boyum kadar kitap yazmışım, zaten onun boyu kısaydı demişler. Ben, hiç sevilmeyenleri sevmeyi meslek edinmişken, hiç sevememişler beni. Öyküler yazmışım yüzlerce, romanlar, şiirler, fıkralar. Dilden dile çevirmişler beni, sınırları aşmış taşmışım da kendi yurdumda taşlanmışım. Çocuklara adamışım kendimi; kimsesiz, yoksul çocuklara. Vakıflar kurmuşum onlar için, Aziz’den büyük işlere kalkışsınlar, dağı taşı rengarenk uçurtmalarla donatsınlar istemişim. Gözlerimi kapayıp keyfini sürmek varken sayılı ömrümün, Sivas ellerine düşmüşüm. Işık olmak istemişim, bir buket çiçek, bin sevgili sözcük. Tüm iyi ve güzel şeyleri benim küçük cüsseme doldurmuşlar, hedef seçmişler, ant içmişler öldürmeye. Yüreğim yangın yerinde küle dönmüşken atmışlar itfaiye merdiveninden zaten ölmüş olan bedenimi. Sonra, çocuklara adadığım bahçelerde belirsiz bir mezar olmuşum; üstümde koşuşurken kuzucuklar bulutlardan gururla gülümsemişim.

     İşte böyle buruk 33 gülün yarım kalan hikâyesi. İşte böyle eksiğiz, böyle hüzünlü. İçimiz yanar her gün bu çağın utanç dolu mevsimlerinde. Oysa, nice şiirler yazacaktı yakılmasaydı Metin’ler, Behçet’ler; nice sözler besteleyecekti yakılmasaydı Akarsu’lar, Nesimi’ler, Hasret’ler. Edebiyatın, sinemanın, sahnelerin yüzünü güldürecekti Asımlar, Carina’lar, Gülsüm’ler.

  Karanlığın üstüne üstüne yürüyordu onların aydınlık gözleri. Yoksulluğun, kimsesizliğin, unutulmuşluğun yüzüne yüzüne vuruyordu sazları, sözleri, kitapları. Şairdi onlar, ozandı, kendi boylarından büyük, cilt cilt dizilmiş kitaplardı, gençti onlar, karanlığın tarihi kadar yaşlı. Düşleri de aynıydı isimleri de. İnsandı onlar. Sevgi tohumları ekmekten, canlıları ayırmaksızın sevmekten, yorulmaksızın üretmekten gayrı bir şey bilmezlerdi.

aziz_nesin_madımak.jpg
fft22_mf1313271_1.jpeg
Madımak-Katliamı-kısa-film.jpg

    Ölüme meydan okuyanların bedenleri hep gülümseyen gözlerle bakar. Onların bedenleri hep sıcaktır, ruhları ölümsüz. Bundandır etle kemiklerinin birbirinden ayrılmayışı.

   Vahşet çağının acımasızlığından başka çağ görmemiş olanlar anlayamazdı elbet. ‘Ölüler ölmelidir, gülümsemek de nedir?’ dediler. Adımları kararlıydı, gözleri karanlık, yürekleri kahpe, zihinleri kinli. Tek başlarına bir hiç olduklarını fısıldardı bilinçaltları, o yüzden çok olmalıydılar. Çok olmalı ve cehaleti çirkin bir güçle birleştirmeliydiler. Dünyanın tüm güzelliklerini ancak örgütlü cehaletle yenebileceklerine inandırılmışlardı. Oysa hepsi susuzdu. Sevgiye, dostluğa, iyiliğe ve en çok da bilgiye susuzdular. Bilemediler. Sürüden kimse uyarmadı onları. Uyarmak isteyenlerse o otelin merdivenlerindeydi.

      Hep yanlış şeye susadılar; kana. Hep yanlış yere saldırdılar; iyiliğe. İki otel emekçisiyle beraber 35 "insan" cayır cayır yanarken sevinç nidaları attılar, cehennem ateşi varsaydıkları kahpeliğe alkış tuttular. Asıl cehennem onların içindeydi, er ya da geç gidecekleri yer belliydi. Bunu hiç bilemeden kimisi sessiz bir utançla yitip gitti, kimisi hâlâ aramızda. Kimisi pişman belki, kimisi de zulasında bir benzin bidonuyla yeni avlarını aramakta. Oysa bir anlasalar, bir anlasalar ki "Türküler Yanmaz, Sevgiler Ölmez."

sivas93.jpg
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
bottom of page