Ah ilk kitaplar! Yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahip ilk kitaplar. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerli. Biz de bu heyecana ortağız ve büyük bir zevkle yazarların ilk göz ağrılarının görünürlüğüne katkı sunmayı görev biliyoruz.
Ümit Yaban

"Ümit Yaban ile İlk Ümit" röportajları yeni konukların ilk kitaplarıyla romanoku.org adresinde devam ediyor.
Ümit Yaban'ın bu seride sitemizdeki yeni konuğu "Aşklar ve Hayaletler" adlı kitabıyla Ayşe Burçak.

Sayın Ayşe Burçak ilk kitabınız Aşklar ve Hayaletler’i kutlarım, İletişimYayınları'ndan elimize geçti keyifle okuduk teşekkürler. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizden bahsetmek ister misiniz? Ayşe Burçak kimdir?

Öncelikle beni ağırladığınız için çok teşekkürler! 1994 yılında doğdum. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde aradığımı bulamayacağımı düşünüp İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geçiş yaptım. Oradan mezun olduktan sonra avukatlık yapmaya başladım. Ancak hayatım boyunca yapmak istediğimden emin olduğum tek şey hikâyeler anlatmaktı. Ama ülkedeki milyonlarca genç gibi ben de akademik hayat ve gelecek kaygıları yüzünden yapmayı asıl sevdiğim şeyden kopmuştum. Ancak 26 yaşından sonra “Ben bu hayatta ne yapıyorum?” diyebildim ve yazmaya geri döndüm. O sırada yazdığım öyküleri çeşitli dergilere göndermeye başladım; Notos, Varlık, Sözcükler gibi mecralarda yer aldım. 29 yaşındayken öykü dosyamı Varlık Yayınları’nın 30 yaş altındaki genç yazar adayları için düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Ödülleri’ne gönderdim ve yarışmada ikinci oldum. Daha sonra yolum en sevdiğim yayınevlerinden biri olan İletişim Yayınları’yla kesişti - bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum.
Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?
Kendimi bildim bileli edebiyatla iç içe olmam gerektiğini, beni mutlu edecek tek şeyin bu olduğunu biliyordum. Çocukken günlüğüme hikayeler karalardım. Ama Türkiye’de çok uzun ve yorucu bir eğitim süreci var ve sonrasında da hayat hepimizin üstünden bir bulldozer gibi geçiyor. Etrafınızda sürekli korkunç şeyler olup biterken odağınızı korumak ve hayatta ne istediğinize karar vermek gittikçe güçleşiyor, hatta bunu düşünmek bile bir lüks haline geliyor. Lise yıllarına geldiğimde artık pek yazmıyordum, sadece çok okuyordum. Ancak yirmili yaşlarımın ikinci yarısında yazmaya geri dönebilecek, bunun için riskler alabilecek cesareti bulabildim. İşi ciddiye aldığımı kendime kanıtlamak için Murat Gülsoy’un yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. Daha sonra atölye sırasında yazdığım bazı öykülerin saygın dergilerde yayımlanması ve Yaşar Nabi Nayır Ödülü ise yola devam edebilmem için ise büyük bir motivasyon oldu. Öykü dosyamı İletişim Yayınları’na gönderene kadar ise bir editörle çalışmamıştım. Sizi ve metninizi anlayan bir editörün yol göstericiliği gerçekten çok keyifli olabiliyormuş. Editörüm Duygu Çayırcıoğlu’na da teşekkür ediyorum.
Yaşanmışlıklar, gözlemlediklerimiz, iç dünyamız yazdıklarımızın bel kemiği olsa da sizin yazarken ilham kaynaklarınız, hikâyelerinizin temelini oluşturan unsurlar nelerdir?
Etrafımda gördüğüm sıradan insanların kapalı kapıların ardındayken, etrafta kimseler yokken neler yaptıklarını, neler düşündüklerini çok merak ediyorum. Bir düşünün: Metroda yan yana gittiğiniz temiz yüzlü genç adam aslında bir sosyal medya fenomenine saplantılı olabilir mi? Evli ve mazbut komşunuz apartmana yeni tanışmış genç adama gizli gizli aşık olabilir mi? Bir çocuk bakıcısı evin hanımının hayatını fantezi dünyasının nesnesi yapmış olabilir mi? Okulun en güzel kızı bulimik olabilir mi? Yakın arkadaşınız evinde oturmuş intiharını planlıyor olabilir mi? Böyle hikayeleri anlatmayı seviyorum ve bunlardan besleniyorum.
Yazım süreciniz belirli bir disiplin veya ritüel çerçevesinde mi ilerliyor? Yazar tıkanıklığını aşmak için benimsediğiniz özel yöntemler var mı?
Henüz olmak istediğim kadar disiplinli değilim. Neredeyse tüm büyük ustaların tavsiye ettiği gibi sabahları erken kalkıp yazacak hiçbir şeyim olmasa bile çalışma masama oturmaya çalışıyorum ama bunu sürdürmek her zaman çok kolay olmuyor. Yazdığım kadar yaşamaya da önem veriyorum, mümkün olduğunca gerçek insanlarla gerçek ilişkiler kurmaya ve bundan beslenmeye çalışıyorum. Yazdığım en gerçek şeyleri hep kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdım, bu yüzden mümkün olduğunca çok şey deneyimlemeye çalışıyorum. Eğer yazarken tıkandıysam çıkıp yürümek veya yüzmek iyi geliyor. Özellikle yüzerken zihnim açılıyor, sözcükler gözümün önünde belirmeye başlıyor gibi hissediyorum. Bir de filmler ve müzik çok etkiliyor beni. Öykü yazarken o öykünün tonuna uygun bir şarkı aklımda beliriyor ve yazdığım süre boyunca neredeyse sadece onu dinliyorum. Yazarken sanki bir film sahnesi yaratıyormuşum gibi, müzik beni hikâyenin atmosferine sokuyor ve daha kolay yazabiliyorum. Örneğin “Beyza Öyle Biri Değil” adlı öykümde kendi cinsel yönelimiyle barışamayan Beyza’yı yazarken o kadar çok Talk Show Host – Radiohead dinledim ki artık bir noktada şarkıyı da onurlandırmalıymışım gibi hissettim ve şarkının ilk dizesini öyküye epigraf olarak ekledim. “Aşklar ve Hayaletler” adlı öykümü ise saatlerce Salvatore – Lana Del Rey dinleyerek yazmıştım mesela.
Kitabınızın genel teması nedir? Temayı oluştururken bilinçli bir şekilde mi hareket ettiniz yoksa yazım sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıktı?
Aşklar ve Hayaletler’i kaleme alırken öyküleri belirli bir tema etrafında toplamak gibi bir niyetim yoktu. Ancak öyküler bir araya geldiğinde gördüm ki hepsinde bir aşk ve bir de hayalet teması var. Ben dünyada anlatılan tüm öykülerin özünde bir tür aşk öyküsü olduğunu düşünmüşümdür hep. Kitabımda da aşk, kimi zaman sevgiliye, arkadaşa, kimi zaman kaybedilen ebeveyne, kimi zaman bir kediye duyulan bir aşk olarak tezahür etti. Bir de hayaletler var tabii. Hayalet derken saplantıları, kayıpları, yarım kalan hikayeleri, gerçekleşmeyen hayalleri ve kalp kırıklıklarını kastediyorum. Tüm öyküler kendiliğinden bu iki temanın etrafında şekillendi diyebilirim. O yüzden de kitabın adını Aşklar ve Hayaletler olarak seçtim.
Kitabınızı okuyan birinin aklında en çok hangi soruların veya duyguların kalmasını isterdiniz?
“Evet, böyle insanlar gerçekten var ve aramızdalar!” ve “Evet, bir defasında ben de tam böyle hissetmiştim!” Bu iki duygudan birini hissettirmek isterim okuyucuya.
Kitabınızı yazarken ve yayımlarken aldığınız en değerli tavsiye ne oldu?
Yaşar Nabi Nayır ödülünü alan öykü dosyamı okuyan bir yazar bana yetenekli olduğumu ama “evcil” yazdığımı, biraz daha cesur olmayı denememi söylemişti. “Sanki kendini sansürlemişsin,” demişti bana. Dürüst olmak gerekirse ilk duyduğumda bu eleştiri biraz canımı sıkmıştı ama sonunda “Evcil olmayan bir şeyler yazayım da görün o halde,” diye dünyayla ve kendimle inatlaşarak oturup yazdığım bazı öyküler bu kitaptaki en sevdiğim öykülerim oldu. Bu yorumdan değerli bir şeyler çıkarabildiğimi umuyorum.
Yeni dosya hazırlığınız var mı? İlk kitap tecrübesini yaşamış biri olarak, ikinci dosya hazırlığında mutlaka buna dikkat edeceğim dediğiniz başlıklar neler?
Evet, şu an bir roman üzerinde çalışıyorum. Romanın öykü yazmaktan çok farklı olduğunu teoride elbette biliyordum ama pratikte bu fark beni şaşırtmaya devam ediyor. Romandaki dünyayı inşa etmeye çalışırken büyük romancılara duyduğum saygı ve hayranlık katlanarak artıyor. Aklımda sürekli yeni fikirler uçuştuğu için bir yandan da kısa öyküler yazmaya devam ediyorum elbette. Hangi dosya daha önce tamamlanacak, bunu ben de çok merak ediyorum.
Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.
Ayşe Burçak,
Aşklar ve Hayaletler,
151 Sayfa, İletişim Yayınları
Söyleşi: Ümit Yaban, 01.09.2025

