top of page
Saat epey erkendi. O gün Genel Hastane -2. Katta bulunan More Kafe'nin loş ışıkları altınd
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

BALERİNİN BAKIŞI

 

Saat epey erkendi. O gün Genel Hastane -2. Katta bulunan More Kafe'nin loş ışıkları altında oturuyordum. Dışarıda sabahın ilk sessizliği hâkimdi. İçerisi sıcak ve tenhaydı. Saat 7.30’u gösterdiğinde her zamanki gibi başında kasketi, elinde kitabıyla Okan içeri girdi. Kapıya bakan masaya oturdu. 

 

Biraz düşünüp ensesini ovuşturdu, sonra çantasından kalem, dergi ve bir kitap çıkardı. İşletme Müdürü Turgay Bey’e dönerek "Çay verir misin?" diye seslendi bir müddet sonra.

 

Sesindeki acelecilik, gözlerindeki yorgunluk insan yalnızlığını haykıran sabah hâlleriydi. Uzun uzun düşündü. Çekingen bir hâli vardı. Bir an göz göze geldik. O kısacık anda kafenin içindeki tüm sesler çekildi, zaman yavaşladı. 

 

O esnada Turgay Bey ağır adımlarla bana yaklaştı, bir şey ister misiniz, diye sordu. Kahve istedim. Kahvemi masama bıraktı. Giderken bir şeyler mırıldadı. Bir an durdu, gitmekle kalmak arasında kısa bir tereddüt yaşadı. Sonra arkasını dönerek gitti.

 

İçimde sessizce kabaran bir çocuğun hüznü vardı o sabah. Yüzüm asıktı, zihnim yorgundu. O sırada gözüm Okan'ın masasına ilişti. Masada duran derginin sayfalarını dikkatli okuyordu. Arada bir bazı satırların altını özenle çizdiğini ve yanına notlar aldığını gördüm. 

 

Başını hafif kaldırarak bana doğru döndü. “Epey oldu görüşmeyeli, nasılsınız? Hangi servistesiniz şimdi?”

Bir an sıkıntım geçti. Teşekkür ettim. 7. Kat göz servisinde olduğumu söyledim. Aniden bana döndü.

“Sanata ilgin var mıdır?”

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Kısa bir sessizlikten sonra kendimi toparlayarak “Evet, var.” dedim.

“O zaman seni atölyemize beklerim. Uygun bir zamanda.”

Bir an kaşlarımı kaldırdım şaşırdığımı gizlemek istercesine. “Hastanede atölye mi var?”

Hafifçe gülümseyerek “Evet” dedi. İlk defa gülümsediğini görmüştüm. “Vay be, çok güzel.” diyebildim. Bir şey daha diyecektim ki vazgeçtim! 

 

İşte o an fark ettim. Yüzünde insanın içini ısıtan, derinlere işleyen sessiz ama sıcak bir ifade vardı. Öyle bir bakış ki içinde hem eski bir acı hem umut hem de kavga barındırıyordu. Kısa bir aralıkta kahvemi içmiştim. Mesai öncesi sigaramı içmek için kafeden ayrıldım. Şimdi anlatacaklarım geçen şubat ayında Yozgat'ta halamların yanına gitmeden hemen önceydi.

 

O gün hava çok soğuktu. Sabahın donuk ışığına akşamın gri tonu çökmüştü. Soğuk, insanın iliklerine kadar işliyordu. O sabah Emel Teyze’m kızlarıyla erkenden çıkagelmişti. Kapıdan içeriye adım atar atmaz neşeyle bağırdı:
“Haydi hazırlan, Artankara Sanat Fuarı'na gidiyoruz.” dedi.
“Artankara mı, nerede bu fuar?” diye sordum.
Ardından sevinçle teyzemin boynuna sarıldım. Kızların yanaklarından sıktıktan sonra öptüm.


İçimde birdenbire tarifi zor, sıcak bir heyecan belirdi. Koşa koşa odama gittim, üzerimi değiştirtip aynanın karşısına geçtim. Makyaj yaptım. Saçlarımı taradım. Salona döndüğümde kızlar yüksek sesle bağırıp oyun oynuyordu.
“Keser misiniz artık, burası futbol sahası değil!” dedim.
Zeynep bana gülümsedi, çenesini hafifçe kaldırdı, sonra zıplamaya devam etti.
“Beni dinleyin, bu kadarı da fazla, komşular gürültüden rahatsız olacak.”
Emel Teyze yüzünü buruşturdu. Kızlar o esnada soluğu sokakta aldılar. Sokakta birkaç adım atmıştık ki Teyze’m arkamızdan seslendi.
“Zeynep, Büşra bizi bekleyin.”
Ardından mırıldandı. “Şunlara bak, dünya umurlarında değil!”

 

Büşra, bana ve Teyze’me doğru dönerek biraz da alaycı bir gülümsemeyle seslendi: “Bu hızla anca üç güne varırız fuara!”
 

Teyzemle yan yana yürümeye başladık. Rüzgârla birlikte saçlarımız savrulurken birer sigara yaktık. Teyzem Ankara'nın yoksul mahallelerinden birinde resim öğretmenliği yapıyor. Zekâsı, çalışkanlığı ve ısrarı sayesinde öğrencilerine ve çevresine tanıdık olmadıkları bir dünyayı cesaretlendirmiş biridir.


Sigaranın külü rüzgârla birlikte saçlarıma, gözlerime doğru savruluyordu. Bir sigaraya sığan o zaman diliminde kafamda bir sürü şey vardı. Teyzem hiç susmaz hep konuşurdu. Bense her zaman yaptığım gibi onu pür dikkat dinlerdim. Birdenbire “Hadi, belediye otobüsüne binelim.” dedi.


Durakta bir kadın kaldırımda miyavlayan kedilere mama veriyordu. Kavga etmeyin, diye de uyardı. Kızlar oyuna dalmıştı. Bir zaman sonra otobüs geldi. Hızlıca içeri doluştuk. Teyzem, yaşlı bir kadının yanına oturdu. Selamlaştılar. Kadın başını hafifçe teyzeme doğru çevirdi, burnunu çekerek sordu: “Kızlar senin mi?”

Teyzem başını sallayarak "Hı hı" dedi.

Yaşlı kadın içini çeke çeke kısık sesle, "Benim de iki oğlum var." dedi.
Camdan dışarıya uzun uzun baktı. Sonra alçak bir sesle mırıldandı: "İkisi de vefasız çıktı."

Kadının sessizliği ve gözlerindeki uzaklık dikkatimi çekmişti. Onun yalnızlığını kimse göremiyordu. Trafiğin yavaş akması, çocukların sabırsızlığı, arabaların korna seslerinin ağırlığı üzerime çökmüştü. Epeyce sonra, “İneceğimiz durağa geldik." dedi Teyze’m.

 

Kadınla vedalaştık. Kadın pencerenin önünde ellerini çenesine dayayarak bize baktı, sonra gözlerini kalabalığa çevirdi. Kimse ne yüzünü ne taşıdığı hikâyeyi fark ediyordu. Böyle bir hayatta anne olmak, ne zor şey, diye düşündüm.

 

Fuara yaklaştıkça içimde tuhaf bir heyecan kıpırdamaya başladı. Giriş kapısına doğru devasa bir buda heykelinin etrafında toplanmış bir kalabalık dikkatimizi çekti. Heykelin çevresi hayranlıkla bakan insanlarla doluydu. Ortalarında, esere yaslanmış bir adam ayakta duruyordu. Heykeltıraş belli ki anlatmaktan yorulmuştu ama yine de sabırla konuşmaya devam ediyordu.
Zeynep merakla yaklaşıp sordu. “Amca, adınız nedir?”
Heykeltıraş gülümseyerek “Güven Ateş” dedi.
Sonra Büşra atıldı. “Peki bu Buda heykeli neyi anlatıyor?”
Heykeltıraş kısa bir duraksamadan sonra gözlerini heykele doğru çevirerek biraz düşündü ve soruya bin birinci kez sabırla yanıt verdi. Şöyle bir etrafına baktı, üzerine çevrili gözler ağzında çıkacak sihirli kelimelere kilitlenmişti.
“Bu heykel.” dedi, durdu. Çıt çıkmıyordu. “Bu heykel, dinginlik, sevgi ve barışı temsil ediyor.” Sonra kızların saçlarını hafifçe okşayarak devam etti. “Bu heykel, insana dönmeyi, insanın iç sesini duymayı anlatır.” dedi.


Sonra başını eğdi, biraz düşünür gibi oldu. Alnındaki teri sildi. Ayrıldık, girişe doğru hamle yaptık. Nihayet içeri girdik. Bilet gişesinde uzun bir sıra vardı. Hava soğuk. Biraz bekledikten sonra gişeye ulaştık. Camın arkasında duran görevli başını uzattı. Kızarmış yanaklarımızı görünce, Nâzım’dan bir alıntıyla, "Bugün hava kurşun gibi…" dedi. Gülümseyerek…

Ellerimi ovuşturmaya devam ederek “Soğuk ama güzel bir gün.” dedim. Bir an bizimkiler bana bakarak “Sen konuşur muydun, dediler,” gülüştük. Aramızda sıcak bir bağ oluşmuştu. Teyzem biletleri aldı. Ayrılırken görevliyle bir kez daha göz göze geldik. Hafifçe gülümsedik, el salladık birbirimize. Heyecanla keşfe çıktık. Epeyce gezdik. Sanatçılarla tanıştık, sohbet ettik. Kızları bir ara bir heykelin önünde, hareketsiz görünce onlara doğru yürüdüm. Yüzlerinde hem şaşkınlık hem de hayranlık vardı. Yanlarına yaklaştım. Zeynep heykelin yüzüne bakarak birden haykırdı. “Aaaa bu Sena...”
İçim ürperdi. Gözlerim heykelin yüzüne kaydı. Heykeldeki kadının yüz hatları, saçının dalgası, boynunun kıvrımları… Ben... Ben miydim bu? Nasıl olur? Kalabalığın uğultusu bir anda çekildi. Zaman yavaşladı. Nefesim daraldı. Ayaklarım titredi. Rüya mı görüyordum? Yahu bu nasıl olabilir? dedim içimden. Bensem, hangi bendim?


Zeynep ve Büşra hem şaşkın hem sessizdi. Sadece bakıyorlardı. Bir bana, bir heykele… Gözlerindeki şaşkınlık, beni de etkilemişti. Birkaç adım geri çekildim. Gözlerim doldu. İçimde duvarlar yıkılmıştı. Heykel ile aramda nasıl bir bağ olabilir? Uzun süre beklediler, neyi niçin beklediğimizi tam olarak anlamadan bilmeden... Kızlar bir bana bir de heykelin hüzünlü ifadesine uzun süre baktılar.

 

Fuar alanında iğne atsanız yere düşmezdi. Ama o kalabalığın ortasında yapayalnız kaldım. Oradan uzaklaştım. Son kez arkama baktığımda insanların bakışları arasında gölge oldum. Sessizce uzaklaştım. Bir köşeye çekildim. Teyzem ve kızları beni uzaktan izliyordu. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Sonra bir ses, “Sena hanım?”
Başımı kaldırdım. Okan karşımda duruyordu.
“Özür diliyorum. Rahatsız etmedim değil mi?”
"Hayır" dedim. Bedenimde hafif bir zorlamayla ayağa kalktım.
Yüzüme baktı. “Yorgun görünüyorsunuz.” dedi. “Hadi biraz hava alalım.”
Dışarı çıktık. Temiz hava çok iyi geldi. Olup biteni bir çırpıda anlatıverdim. Okan beni kendi standına davet etti. Şaşırdım.
“Sizin de mi standınız var?”
Gözlerini bana çevirdi. “Evet.” dedi.
Sonra beni arkadaşlarıyla tanıştırdı. Bir süre sonra Teyze’m geldi. Sarıldı bana. “Üç saattir buradayız, haydi artık evimize gidelim!” dedi.

Yayına Hazırlayan: Süheyla Nur Çağlar

  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

© 2023 by HEAD OF THE CLASS.

PR / T 123.456.7890 / F 123.456.7899 / info@mysite.com

Hazırladığınız kitap incelemelerinizi, öykü-deneme türündeki yazılarınızı, edebiyat ve sanat odaklı dosya konularınızı romanoku.org@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

 

Tanıtım amaçlı kitap gönderimi ve reklamlarınız için de aynı kanallardan ulaşabilirsiniz.

  • Instagram
  • X
  • Facebook
  • Youtube
bottom of page