24.10.2020
"BEDEN VE RUH"
Bir Filmin Hissettirdikleri
İzlemeyi tercih ettiğim tüm filmleri türüne ya da yönetmenine göre seçerek izlerim. Öneri üzerine izleme alışkanlığım ise hiç yok diyebilirim. Ta ki “Beden ve Ruh” filmini izleyene kadar… Macar yönetmen Ildiko Enyedi’nin bu filmi ayrıca 67. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı” ödülünü kazanmıştır.
Filme dair tek bildiğim; Budapeşte’de bir mezbahada çalışan iki kişi arasındaki aşk hikâyesini sıra dışı bir dille anlatıyor olmasıydı ve bu durum filmi izlemem için yeterli bir merak unsuru oluşturmaya yetti. Üstelik devinimi olmamasına rağmen bana filmi sonuna kadar sıkılmadan izlettirmeyi de başarmıştı. Karakterleri çözümlemek için diyalog kullanımı yerine yakın plan çekimleriyle derdini anlatabilen bir filmi izlemek ayrı bir tat vermişti işte...
Film neden dikkatimi çekti? Biraz da bu konun üzerinde durmak istiyorum.
Hayatın içinde beden ve ruh kavramını birçok kez sorguladığımdan, biraz da bilinmeyen bir boyuta merak duymaktan sanırım. Filmin içinde bu iki kavramın gayet başarılı bir şekilde işlendiğini söyleyebilirim.
Ellili yaşlardaki mali direktör Endre ile yirmili yaşlardaki kalite kontrol müfettişi Maria arasındaki ilişkiyi izlemek, onları anlamaya çalışmak beni bir şekilde filmin içine çekmişti. Bedensel engeli olan Endre ve ruhundaki savaşı yalnızlıkla örtmeye çalışan Maria’nın hikâyesi filmin bir noktasında ilginç bir hâl alıyor. Her ikisi de rüyasında bir geyik olduğunu görmeye başlıyor hem de her gece… Endre ve Maria her gece aynı rüyayı gördüklerini bir şekilde de öğreniyor. Aynı detaylar, benzer hislerle bu iki ruhu farklı bir bedende başka bir boyutta birleştiriyor.
Maria karakterinin yaşamla tensel bir mesafenin olması belki de başka bir bedende onu özgür kılıyor. Endre’nin başka bir bedenle doğma güdüsü belki de bedensel olarak kendini eksik hissetmesinden kaynaklanıyor.
Maria’nın filmde oluşturduğu karakter, oyunculuğuyla aktardıkları beni gerçekten çok etkiledi. Hikâyeyi ilginç bir boyuta taşıyan durumsa; Maria’nın tanıştığı herhangi bir kişiyle olan diyaloğunda beşinci cümleyi de on dördüncü cümleyi de tüm detaylarıyla hatırlıyor olmasıydı. Kelimesi kelimesine yaşananları hatırlaması size de düşündürücü geliyor mu?
Bu durum aslında filmi izlerken kendimle bağdaştırdığım bir izdi. Ben de tanıştığım kişiyle o günün tarihini hatta üzerindeki kıyafeti bile tüm ayrıntılarıyla hatırlarım. Belki de insan izlediği filimde kendinden bir parça bulunca ruhunu temize çekmek istiyor.
Her neyse, konudan uzaklaştım biraz. Ne diyordum?
Bu iki karakter, işte tüm bu eksik ya da fazla diye tanımladığımız her bir detayın içinde rüyalarında bir geyik olarak buluşuyor. Uzunca bir süre bu heyecanı da paylaşıyorlar. Fakat Endre daha sonra geri çekiliyor. Ürküyor ya da korkuyor… Maria için bu koparılış onu daha da yalnızlaştırıyor. Bu his altında nefes almak istemediği için intihar etmeye karar veriyor.
Maria’nın intihar ettiği sahnede damarını hissiz bir şekilde kesmesi, aslında bir şekilde yaşadığı bu dünyayla olan bağını kesmesiydi. Ürkütücü, kan dondurucu bir sahne fakat o an en çok rüyada buluşamayacak olmalarına üzüldüm. Filmde diyaloglar az ve birbirini takip eden olay görüntü akışı çok yok ama her bir kare bu sonuca götürürken beni şaşırtmadı.
Maria ölmeye hazır ama bir o kadar da yaşamayı isterken, Endre’den gelen bir telefon kaderin yönünü değiştirir. Ruh ve beden artık birleşir. Birleştikten sonra da bir daha hiç geyik olmazlar.
İşte o an hayattaki her bir detayın ruhunu düşündüm. Ruhunu giydiği bedeninde varlığını sürdürme çabasını düşündüm. Siyah ve beyaz; varlık ve yokluk; başlangıç ve bitiş…
Sanki her şey ruh ve beden gibi…
İşte film, bu bağı sorgulamaya değil daha çok anlam bulmama yardımcı oldu.