"Geldiğim bu yerde dalga sesi öncekilere benzemiyor, deniz sadece gürültü yapıyordu."
Yalnızlığın çeşitleri vardır, evet. Kalabalığa sığmayan yalnızlık, bir başına çekilen, doğuştan gelen, sonradan öğrenilen yalnızlık, fark edildiği halde tanımlanamayan, tanımlandığı an daha da derinleşen, çözümsüz, çözümlendiğinde ise fazla kişiselleşen yalnızlık, kabullenilemeyen, sığınılan, kışkırtıcı, belki de öldürücü yalnızlık ve daha birçokları... ‘Evde geçirilen beklentili yalnızlık’ adı altında yeni bir kategori açmak istiyorum. Gerçi ev çok fazla zamandır içinde yaşıyor olmanızdan ötürü ana rahmi görevini üstlenmişse, sizi doğurduğuna inanmaya başlamışsanız, bu yalnızlık sadece size ait olmaktan çıkar, evin de yalnızlığı haline gelir ya da onun da suçudur.
Pencereden yaz güneşi girmektedir ve siz yüzünüzü ona dönerken, geçmişi düşünme alışkanlığınızdan olsa gerek, kış güneşini hatırlarsınız. Size göre, mevsimler geriye doğru gitmektedir, bu yüzden kış yazdan önce gelir.
Günler geçtikçe yanımızdaki insanlar birer birer yok oldular. Normal insanlar onların evlerine döndüklerini sandı, bense yok olduklarını biliyordum. 'Onların evi' diye bir şey yoktu, 'uzak' diye bir şey yoktu, her şey benim gördüğümden ibaretti, görüş alanım dışına çıkan her şey, zamanımdan, soluğumdan, hayatımdan çıkıyordu, girdikleri bir yer yoktu, sadece çıkıyorlardı, işte bu yüzden yok oluyorlardı. Geriye kaç kişinin kaldığı önemli değildi, çünkü ben zaten herkesten gizli yaşıyordum. İbrişim üstünde yüzüm gözüm boyalı, kendi kendime şov yapıyordum. Bir süre sonra ilgim kendimden çok sana döndü. Hatta bazı zamanlar sadece sana şov yapmaya başladım. Yetenekli ip cambazı en şık hareketlerini senin için yapıyor, her hareketten sonra durup sana bakıyordu. Yetenekli ip cambazı şimdi sadece yüzüyle duruyor ipin üstünde, yüzünü öyle güzel kullanıyor ki, özelikle gözlerini, hayran kalıyorsun.
Üçe indiğimiz bir gece arkadaşım Karadeniz gecesinin soğuğuna direnmek için battaniye getirdi. Bir ara battaniyeyi kafamıza kadar çektik ve ben birden Jude'un ‘I Know’ şarkısını duymaya başladım. Garip bir şeyler oluyordu, marifetsiz bir şeyler... Başka bir yerdeydik, bana oldukça tanıdık gelen bir yerde. Saniyeler salise hızında geçti ve ben anladım; burayı, bu eski karanlığı başkalaştıran sizin de burada olmanızdı. Battaniyenin altında üçümüz de zamanın, mekanın ve evrenin dışına çıkmıştık. Önemli miydi? Evet, siz benim ilk misafirimdiniz. Bu karanlıkta arada bir elin elime değiyordu. Önemli miydi? Evet, elini her hissedişimde ip cambazı biraz dinleniyordu. Bir ara elini sevgili gibi boynuma attın, başını bir dişi gibi omzuma koydun. Aşkı ilan mıydı, komik miydi, önemli miydi? Evet, saçın yüzümü gıdıklarken artık ölü anneler kızları için daha az ağlıyordu. Ama susmadılar, susturamadın! Aradan aylar geçti, seni sahiplenişim anneleri susturmaya yetmedi. Yok oluyorsun. Savaş başlamak üzere. Beynimle, ruhumla ve ne olduğunu bilemediğim içimdeki başka bir şeyle savaşmam gerekiyor. Ne kadar sürer bilmiyorum. Ve bilmiyorlar, yüzünü odamın en gizli köşesinde saklıyorum.