Hande KOÇAK
09.07.2021
İNSAN BİR MİDİR, HİÇ MİDİR, BİNLERCE MİDİR?
Her bir insanın farklı olduğunu kavramaya başladığımız, farkındalık kazandığımız yaşlardan itibaren kişiliğimiz de şekillenmeye başlar. Bunda en başta ailenin etkisi gelir, çünkü ilk onlarla tanışırız. Onların hareketlerini benimser, ait olduğumuz kabın şeklini almaya çalışırız. Daha sonra okul hayatı başlar. Bu defa iş daha da karmaşık bir hal alır. Farklı birçok ailenin farklı yetiştirilmiş çocukları. Onlardan birkaçıyla arkadaş oluruz. Onlar belki bizim kafa yapımıza benzediği için seçilmiştir ama yine de arada yadsınamayacak büyük farklar vardır. Farklı görüşler, karakterler hayatımıza girdikçe kendi iç çatışmalarımız daha sık olmaya başlar. Kendi benliğimizi aramaya, kendimizin nasıl biri olduğunu bulmaya çalışırız. Bu o kadar kolay değildir. Hatta oldukça sancılı bir süreçtir. Çünkü etrafımızda birçok ses vardır. Bu sesler hiç susmaz. Sonra bu sesler içimizde yer etmeye başlar. Biz bu sesleri kendimizin sanarak bir karakter oluşturmaya çabalarız. Bazı sesler birbirine o kadar karşıttır ki, kendimizi sorgularız. Bu sorgulamalar hayatta olmaya devam ettikçe de hiç susmaz.
Özellikle çocukluğumuzu hatırlayalım. Ne kadar meraklı, öğrenmeye ne kadar aç olduğumuz yılları. Bu merak daha karakterin tam oturmamış olmasından kaynaklanır. (Zaten karakter tam olarak ne zaman oturur, o da bilinmez ya neyse) O dönemlerde dışarıdan gelecek her bir farklılığa karşı daha savunmasızız. Yara almaya daha meyilliyiz. Bu yüzden insan acı deneyimlerle büyür, kendi deyimiyle “olgunlaşmaya” başlar. Büyümek bu yüzden sancılıdır işte. Hep bir arayış vardır, “kendini bulma yolcuğudur” bunun adı. Bunu yaparken de sık sık diğer insanların bizim hakkımızda ne düşündüklerini merak ederiz. “Kim benim hakkımda ne düşünüyor, umurumda değil.” görüşü ütopik bir dünyaya aittir. Bunu sadece yaş aldıkça sınırlandırır, daha az etkilenmeye çabalarız o kadar. Mesela nasıl düşünceler mi? “Sence ben…” diye başlayan bütün sorular bu düşüncelerin içinde yer alır. Fiziksel görünüşümüzden karakterimize kadar nasıl olduğumuzu önce başka insanlarda arar, sonra yetmez bir de kendi içimize taşırız bunları. “Acaba gerçekten böyle biri miyim, yoksa onun bir yansıtması mı bu; başka bir durumda olsaydık da yine aynı şekilde mi düşünecekti?”
İşte bu varoluşsal kimliğimizi bulmaya çalışmanın hikâyesidir, Biri, Hiçbiri, Binlercesi. Kitaptaki Moscardo isimli karakterimiz karısının basit bir sorusuyla kendi içindeki o karışık “kimliğini bulma” yolculuğuna başlar. Kitabın arka kapağında da yazıldığı gibi, kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. Moscardo kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? Kişilik bölünmesini karamsar bir şekilde aktarır sözcüklere ancak bu karamsarlık, mizahi bir dille bir şölene dönüşür. Moscardo bize şu soruyu sorar: İnsan bir midir, hiç midir yoksa binlerce midir? Şimdi bu güzel kitaptan sevdiğim birkaç alıntı da eklemek isterim buraya:
Benim sizin gözünüzdeki gerçekliğim sizin bana verdiğiniz şekilden ibaret; ama bu sizin gerçekliğiniz, benim değil; sizin benim için olan gerçekliğiniz benim size verdiğim şekilden ibaret; bu da benim gerçekliğim, sizin değil ve benim için tek gerçeklik kendime verebileceğim şekilden başkası değil. Bunu nasıl mı yapıyorum? Kendimi inşa ederek tabii ki.
Ben neden şaşırıyordum ki buna? Onun Genge’sini, kendi biçimlendirdiği haliyle, olduğu gibi ona bırakıp sonra da kendim için bir başkası olamaz mıydım?
Bizim için gerçek olmaması başkalarının umurunda değildir. Önemli olan onlar için gerçek olmasıdır. Hatta eğer kendi kendinize verdiğiniz gerçekliğe sıkı sıkıya tutunmazsanız, onların size yakıştırmış olduğu gerçekliğin sizin doğru gerçekliğiniz olduğuna dahi inandırabilirler sizi.
Bu alıntılarla birlikte kitabın içeriğine dair fikirlerinizin biraz daha netleşeceğini düşündüm. Eğer insanın varoluşuyla ilgili felsefi tarzda olan kitaplar hoşunuza gidiyorsa bu kitaba da kesinlikle şans vermelisiniz.