Sevgili Okur,
Şu an bu yazıyı okuyor olman senin gerçekten de çok sevgili bir okur, bir kitapsever olduğunu gösteriyor. Eğer bu kitapsever, bu güzel kitapla tanışmaya henüz nail olmadıysa önce söyleyeceklerime bir kulak kabartsın sonra zaten bu kitabı gidip alacaktır tez vakitte derim. Çünkü bu tanıtım öznesi FAKİR BAYKURT!
Onu okudum, ondan esinlendim: Bizlere seslendi Baykurt ‘’ Sevgili Okur’’ diye daha sunuş kısmında aldı çekti beni içine bu büyüsüyle. Üç hikayeyi bir anlatıda birleştiren üslubuyla sarıp sarmaladı bizleri.
Birincisinde Yunanistan’dan kalkıp köklerine,Ürgüp’e, doğru yol alan Larisalı Dimitrios ile Ürgüplü Aziz Güzelgöz’ün namıdiğer Aziz Baba’nın öyküsü karşıladı bizi. Altmış yıl önce büyükannesi ve büyükbabasının göçmek zorunda zorunda olduğu Ürgüp’ü artık hayallerine sığdıramamış görmeye karar vermişti. Aradan bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen hala aynı canlılıkla Ürgüp’ü onlardan dinlemiş, zihni bununla dolup taşmıştı. Büyükbabası ne yazık ki hayata gözlerini yummuş, büyükannesi de yaşadıkları köyün çeşmesinden bir şişe su istemişti torunundan. Dimitrios Selanik Üniversitesi’nde iki bölüm birden okumuş, aynı üniversitede asistan olarak çalışmaya başlamış. İçindeki bu araştırmacı ruhla kalkmış gelmiş büyüklerinin hasretle, gözlerinde yaşlarla anlattığı masalsı şehre, Ürgüp’e. Daha otobüsten iner inmez büyülüyor Ürgüp Dimitrios’u. Önce doğal ve eşsiz güzelliğiyle sonra tanıştığı masalsı karakterlerle… Kendini ifade edecek kadar Türkçe biliyor. Önce Aziz Baba ile tanışıyor. Aziz Baba bütün misafirperverliği ile kucaklıyor Dimitrios’u. Büyükannesi ‘’Mantı yemeden dönme.’’ demiş. Aziz Baba’ya soruyor ‘’Nerede yiyebilirim?’’ diye. Ee Aziz Baba’ya da boşa misafirperver demedik alıyor evine götürüyor Dimitrios’u, ailesiyle tanıştırıyor. Anne Hanife Hanım, baba Mustafa Bey. Onlar da sevgiyle kucak açıyor Dimitrios’a. Bu sayede ‘’iki düşman ülkenin dostluk tabelası’’ asılıyor Ürgüp’e. Tam da bu noktada ikinci hikaye baş gösteriyor:
Kitaba da ismini veren ve en can alıcı noktası olan ‘’Eşekli Kütüphaneci’’ ile de burada tanışıyoruz. Aziz Baba’nın babası Mustafa Bey’dir işte bu ‘’Eşekli Kütüphaneci’’. Şimdiye kadar Aziz Baba diye diye hep bilge, yaşlı bir adam canlandı zannımca zihninizde. Bir de bunun babası çıktı şimdi. Nasıl oluyor bu? Ee onun da cevabını okurken bulursunuz artık.
Mustafa Güzelgöz’de namıdiğer ‘’Eşekli Kütüphaneci’’de derin kitap sevgisi var. Yazarımız da buna sadece sevgi demeyi az buluyor. ‘’Tutku’’ diyor ve şöyle ifade ediyor: ‘’ Ona tutku demek daha doğru olur. Çoğu insanın tanımadığı bilmediği bu bambaşka bir tutku, bir aydınlık tutkusudur.’’ Kitabı okudukça anlıyoruz ki zaten bu denli derin bir tutku olmasa bir insan bir eşekle hem de kitap yüklü bir eşekle dağ bayır demeden köy köy gezebilir mi hiç? Belki de onda bu tutkuyu oluşturan karşılaştığı insanlarda da gördüğü kitap sevgisiydi. Herkes onun yolunu dört gözle bekliyor okuduğu kitabı değiştirip yerine yenisini almak için can atıyordu. Ah ne büyük haz kitapsever bir güruha hizmet etmek hem de zor şartlar altında!.. Kadın erkek, genç yaşlı toplanıyor köy meydanlarına daha kitabı alır almaz eve gitmeyi beklemeden yolda açıyor kapağını. Bu manzara karşısında Mustafa Bey’e kendini insanlara, onları aydınlatmaya adamış bir nefer demek çok yerinde olacaktır. Bu nefer aydınlanma yolunda verdiği bu mücadelede muvaffak olabiliyor mu acaba ? Tahmin etmesi çok da zor değildir ki her aydınlanmada olduğu gibi burada da illaki kararmalar oluyor.(Lakin merakı diri tutmak adına onları biraz gizemli tutalım bu noktada.) Tüm bu aydınlanma çabasını ve karartma sonuçlarını Fakir Baykurt şöyle aktarıyor: ‘’ Aydınlık düşmanları Mustafa Bey’i kolayca saf dışı ettiler. Ama acı bitse de Mustafa Bey savaşımı kazanıyor. Onun kişiliğinde biz kazanıyoruz. Biz derken Sevgili Okur, bunun içinde sen de varsın.’’ Okuyanlar elbet kazanır. Ama ne zaman? ‘’ Belki yarın belki yarından da yakın.’’
Üçüncü öykü de karşımıza bir başka isim çıkıyor: Refik Başaran.
Refik Başaran genç yaşta hayatını kaybeden, Mustafa Bey’in de çok sevdiği dinlerken kendinden geçtiği bir müzisyen. Kendinden çok onu anlatıyor Dimitrios’a biz de bu vesile ile tanıyoruz onu. Kasetlerini dinliyor Dimitrios çok hoşuna gitmiyor, ilk başta anlam veremiyor. Mustafa Bey’in Refik Başaran’ı anlatırken girdiği ruh haline , o coşkunluğa da kayıtsız kalamıyor tabi. Mustafa Bey Dimitrios yurduna dönerken bir kaset hediye ediyor ona. O da dinledikçe seviyor sevdikçe dinliyor. ‘’Müzik iki halk arasında bir köprü oluyor.’’ Bu köprü iki ülkenin karşılıklı davetleri ve ziyaretleriyle taçlanıyor. Larisalılar Ürgüp’e, Ürgüplüler Larisa’ya gidiyor. ‘’Eşekli Kütüphaneci’’ dilden dile gönülden gönüle dolaşıyor, bu hikaye hiçbir şekilde unutulmuyor.
Ben de unutamıyorum. Fakir Baykurt’un hasta yatağında yazdığı; kardeşlik, cesaret, azim kitap sevgisi gibi önemli değerleri bizimle paylaştığı bu değerli yapıtı siz de unutamayacaksınız. Bu kitap sizi sevgiyle saracak.