"At üstünde ıssız yollardan geçmemiş birine anlatacak bir şeyim yok. Ne de olsa anlamayacak anlatacaklarımı…"
Kitabın vurucu bu başlangıç cümlesini okuduğunuzda kendinizi bir anda 1915 ‘in o olağanüstü sıcak savaş dönemine tezat oluşturacak şekilde Rusya’nın o dondurucu soğuğu ortasında buluyorsunuz. Yazar eli titremeden kalemi, doktor ise neşteri iyi kullanmalıdır derler. Asıl mesleği doktorluk olan Bulgakov her ikisini de ustalıkla kullanmıştır.
''Köyde büyük tecrübeler kazanılabilir,'' diye düşünüp uykuya dalarken, ''fakat okumak, okumak ve daha çok okumak gerek...''
Okurken sanki bir köy doktorunun yanına sandalye çekip oturmuş, onunla birlikte soğuğa, batıl inançlara, hastalıklara direnmeye çalışıyor ve envai çeşit insanla uğraşıyorsunuz.
"Tek Başınalık" ifadesi tam olarak ne demekmiş bu kitapla anlıyorsunuz. Her türlü malzemenin bulunduğu tek başına bir doktor olan sağlık ocağından bahsetmiyoruz. Gazetenin bile birkaç gün sonra geldiği, en yakın yerleşim birimine 9 km uzaklıktaki tek başına bir sağlık binası ve bir doktor düşünün.
Sizi bu atmosfer içinde esir alan en baskın duygu, "korku." Doktorumuzun genç ve acemi olması, ıssız, birbirinden uzak yerleşim yerlerine ulaşamama kaygısı, her an bilmediğimiz bir vaka ya da bir doğumla karşılaşma düşüncesi sizi hiç rahat bırakmıyor. Bu korku sadece mesleki olarak da değil. Tabiat şartları ve vahşi hayvanlarla mücadele, Bolşevik İhtilali sonrası askerlerle mücadele, bir morfin bağımlısının kendiyle mücadelesi gibi aynı anda bir çok kapsamlı konudan oluşan korkular. Bu ters doğum ne zaman gelecek, röntgen cihazının olmadığı bu hastanede ne olur bu geceki kapı vuruşu fıtıktan dolayı olmasın diye kıvranıyorsunuz. Hahh bu sefer paçayı kurtaramayacak dediğiniz çok anlar oluyor!



*Bulgakov'un müze evinde yer alan minyatür heykeli.
"Aklıma hep aynı düşünce geliyordu: "Onu nasıl kurtaracağım? Hadi bunu kurtardım diyelim, ötekini nasıl kurtaracağım? Ya diğerlerini!"
Genç doktorumuzun savaş verdiği en büyük etkenlerden biri de cehalet ve hurafeler. Cahilliği sizi çileden çıkarabilecek kadar kadersiz bir toplum. Size boğaz ağrısı için gargara ya da şurup istemeye geliyorlar. Siz ise semptomun s sinden habersiz bu insanlara boğaz ağrısının frengiye bağlı olduğunu, bu hastalığın evreleri olduğunu anlattığınızda ,sizi tecrübesiz bilgisiz olmakla suçluyor, muayeneden sonra sizi dışarıdakilere şikayet edebiliyor. Siz ise birkaç ay sonra hastalığı bulaştırıp elinde cevizli lokumla hastaneye gelecek eşi ve çocukları için üzülüyorsunuz.
"Hayır... Bununla mücadele edeceğim. Edeceğim..."
Yine de doktorumuzun idealizmi elden bırakmayışı, olanaksızlıklara karşı direnişi, herkese yardım etmek istemesi bizi derinden etkiliyor. Batıl inanç virüsüne bilimle savaş açan kitabımız aynı zamanda Bulgakov un en sevilen eserleri arasında.
Her klasikte olduğu gibi "bu Ruslar da ne yazıyor arkadaş" diye düşündüğümüz, geçmişe ışık tutan, sade bir dille yazılmış, okunması ve okutturulması gereken bir kitap.
Keyifli okumalar dilerim..