Hande KOÇAK
02.02.2021
KIRMIZI ZAMAN
Bazı kitaplar, daha giriş cümlesinden ne kadar güzel bir kitap okuyacağımızın şifrelerini bize bildirir. İşte Kırmızı Zaman benim için o kitaplardan biri oldu. Daha giriş cümlesiyle beni etkiledi, sonrasında ise kurgusuna, diline hayranlığımla kitaptan etkilenme düzeyim katlanarak arttı. O girişi sizinle paylaşarak başlamak isterim.
“Küçükken anneannem bana, sonsuz zaman algısından bahseden bir masal anlatmıştı:
Çocuklar zamanı algılayamadıkları yaşlarda, tüm evrene hâkim olan o tanrısal sonsuzluğu hissedebilirlermiş. Bu onları huzurlu ve korkusuz yaparmış. Zamanı algılayamadıkları için zamanın geçişini de fark etmez ve kendilerini ölümsüz bilirlermiş.
Sen, demişti, şimdi o sınırsız zaman algısının büyüsündesin; zamanın geçip gittiğini fark ettiğin an büyüyeceksin…”
Kitaba daha yeni başladığımda üstünde “Roman” yazmasına rağmen, “Acaba ben bir öykü kitabı mı okuyorum?” yanılgısına kapılmadım değil. Çünkü ilk başta hep farklı farklı insanların hayatlarından kesitler veriyordu. Karakterler çoğaldıkça da bu yanılgım güçlendi. Ama belli bir aradan sonra tekrar eski anlattığı karakterlerin hayatlarından devam edince anladım ki, “Evet ben bir roman okuyorum, sadece bambaşka kurguya dayalı bir roman.” Romanımızın kurgusunda aslında kafamızı karıştıracak kadar fazla değil karakterler. Beş karakterin hayatı ayrı ayrı anlatılıyor. “Acaba bu anlatılan insanların hayatları birleşecek mi, birleşecekse nasıl birleşecek.” merakıyla okudum. Ama burada tabii birleşecek mi birleşmeyecek mi anlatmayacağım, kitabın büyüsünü bozmak istemem. Sadece şunu söyleyebilirim sonu da beklediğiniz gibi olmayacak büyük bir ihtimalle. Bu da gözümde kitabın daha da çekici bir hâle gelmesini sağladı. O zaman biraz da kitaptaki o beş karaktere değinelim.
İlki Zaman Dayı. Zaman Dayı kıpkırmızı kayığıyla Balat’ta birden belirince etrafındaki balıkçıların ilgisini çeker. Nerden geldiği, kim olduğu bilinmez. Zaten o da pek konuşmaz, kendi hâlinde kimseyi almadığı barakasında yaşar. Arada sır olur, günlerce ortalarda görünmez. Artık etrafındakiler tarafından da alışılmış, görünmez olmuştur. Onu bir tek Halat merak eder.
Halat bir berduş, bir deli. Ne zaman delirdiği, Balat’a ne zaman geldiği ise bilinmez. Zaman Dayı’nın barakasının yanında halatlarla kapladığı barakasında yaşar tek başına. Halatlara olan sevgisi yüzünden ismi Halat olmuştur. Neden halatları bu kadar sevdiği sorulduğunda ise kaşısındaki kişinin gözlerinin içine baka baka ağlar. Kim bilebilir ki berduşların hikâyesini, ne zaman delirdiklerini. Halat’ın da elbet vardır bir sırrı.
Hüsran. Daha çocukken, çok önceden kalmış tek odalı evlerinde hapis hayatı yaşamaya mecbur kalan bir kız çocuğu. Her şeye alerjisi olduğu için evden hiç dışarı çıkamaz. Ailesi geçimini temizlikle, çöplerden bulduklarını satmakla sağlar. Yani onlar işe gittiklerinde Hüsran evde kendi hayal dünyasıyla baş başa kalır. Babasının çöpten bulduğu kitaplar tek arkadaşı olur. Özellikle de en çok sevdiği, sırlarla dolu o kırmızı kitabı hiç yanından ayırmaz.
Leon. Nam-ı diğer Deligâvur. Annesiz, babasız büyüyen bir çocuk. Hem çingene hem de Yahudi olan melez bu çocuk kendi isteğiyle cellat olacaktır. İşte Deligâvur lakabı, cellat olduğunda takılır. Çünkü suçlu gördüğü insanların canını alırken kendinden istenilen ceza yöntemlerini de aşar, kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Ama eğer o kişinin suçlu olmadığına inanıyorsa kendi eliyle onu hapisten kurtarır, serbest bırakır. Kimse de ona karşı gelmez. Çünkü bilirler ki Leon, en adaletli olan yolu bulur.
Botan. Botan’ın babası ailesini terk edip başka bir kadının yanına kaçar. Daha sonra o kadın tarafından canice öldürüldüğü haberi gelir. Botan’ın annesi bu haberin üstüne iyice delirir, Botan’ı adeta unutur. Botan ise kimsesizler mezarlığında babasının izini sürmeye başlar.
Peki nedir bu kimsesizler mezarlığı? Sadece Botan karakterinde değinmiş olsam da aslında tüm karakterlerin ortak noktasıdır bu mezarlık. İşte kitabı romana dönüştüren de bu metafordur. Aslında karakterleri anlattığımda hepsinin de bir şekilde toplumdan dışlandığını, dışlanılmak zorunda kaldığını anlıyoruz. Bu da kitabın anlamlı olmasında büyük bir etken. Mine Söğüt’ün bu hayran kalınası kurgusunu herkesin okumasını tavsiye ederim. İlk Mine Söğüt kitabımdı ve son olmayacak…