Dicle SAĞLAM
28.01.2022
NERGİS KOKULU CEHALET
‘’Çocuklar seviyor o krakerlerden birkaç paket alsan ölürdün sanki.’’
Markete gitmiş, beni aradı bir şey lazım mı diye, “Ali’yle Mert’in sevdiği o yuvarlak şeyler var ya hani, alıver.” dedim.
“Alamam şimdi, her dediklerini alırsak ohoo...’’
Bu nasıl tedirgin edici bir cümleydi böyle. Evet, tedirgin edici. Sevimsiz, huzursuz değil de tedirgin edici bir cümleydi bu. "Her dediklerini alırsak"mış. Nedir bu şimdi? Marketten dönmesini, ayakkabılarını huzursuzca çıkarmasını (ki o huzursuzluk bütün eve, odalara, mutfağa ve çiçeklerimize sirayet ederdi) ve homurdana homurdana; ‘’Eee yemekler ne durumda?’’ demesini beklemeden, hırkamı aldım ve çıktım. Madem o almayacaktı çocuklarıma üç kuruşluk krakerlerden, öyleyse ben alırım. Her ay ev kirasını, doğal gazı ve faturaları ödeyip, buzdolabını iyi kötü doldurup ve lütfeder gibi kırk yılda bir pide yaptırıp getiren bir adamın kahrı daha ne kadar çekilecekti böyle...
Çocuklar okul gezisine gitmek istemişti geçen hafta. “Gönderemem.” dedi. ’’Bütün sınıf gidiyormuş Erdal, ikizler mi gitmeyecek sadece, rezil olmasın oğullarımız.‘’ dediğimde; ‘’Beni de babam yollasaydı ahh ahh, anam iki üç dantel örer satardı da öyle alırdı, babama duyurmadan yeni okul formasını, çantasını.’’ Babandan yıllarca nefret edip, onun aynısı oldun ama diyememiştim bu kez. Zaten hemen her konuda kavga ederiz. Fakat baba konusunda çok hassastı. Babana benzedin iyice demeye başladığımda ise, hassaslık yerini kükremeye bırakırdı. Ali ile Mert korkardı, odalarında savaşçılık oynarlardı biz kavga ederken. Oysa ben savaş oyunları oynamalarını istemezdim. Savaşmasın benim çocuklarım, hep sevsinler birbirlerini ve diğer insanları, fakat en çok da kendilerini. Sevmeye ilk kendinden başlamalılardı. Kendini sevmeyi beceremeyen insanın haliyle kendine tahammülü de olmuyordu. Kendine tahammülü olmayan insan başkalarına nasıl tahammül edebilsin ki? Babaları gibi tahammülsüz olmamalılar, anneleri gibi kötü giden gidişata seyirci de kalmamalılardı. Öyleyse sık sık olmasa da savaşmaya cesaret etmeliydiler benim çocuklarım. Savaşmayı âdet haline getirmeden, fakat yine de cesaret ederek... Anneleri gibi korkak olmadan, korkak olmadan, korkak olmadan... Korkmadan çıkmıştım ama evden, düşüncelerime iyice teslim olmadan market kapısından içeri bile girmiştim. Belki kıyametler kopacaktı eve varınca, krakerleri aldığım için. “Zaten bu çocukları tepemize sen çıkardın, sen şımarttın Nermin’’ diye saatlerce bağıracaktı. Fakat cesaret ettim işte. Anneleri gibi cesur olsun benim çocuklarım. Zalime boyun eğmesinler hiç...
Sevdikleri krakerlerin olduğu reyona gelip hemen beş altı paket aldım. Şöyle göz ucuyla başka şeylere bakmadan, indirimdeki ürünleri bile aklıma getirmeden hızlıca kasaya doğru ilerledim. Kasiyerin biraz sağ tarafında duran büyükçe bir sepetin içinde indirimli kitaplara bir an için gözüm ilişti. İsimlerine şöyle bir göz attım. ’’Nergis Kokulu Hikayeler’’ yazıyordu. Aklıma Didem Madak’ın şiirinden bir dize gelmişti. ’’Ah benim nergis kokulu cehaletim’’ diyordu. Demiyordu da haykırıyordu sanki. Hangi şiirinden, dur gelecek aklıma. Buldum, tabii ya. Ah’lar Ağacı şiirindendi. “Hayatımın şiiri işte bu şiir’’ demiştim yıllar evvel ilk okuduğumda. Fakat bilememişim o an ‘’Zor olan şiirin hayatını yaşamaktır.’’ derdi İlhan Berk. Zormuş, öyle zormuş ki; İlhan Abi, Didem Abla. İçimin nehirlerini kuruttular, akmaz oldum. Taşmak isterdim oysa hayatın kıvrımlarında. Delicesine taşmak....
Bu ‘’Nergis Kokulu Hikayeler’’ de neymiş diye kasa sırasından çıktım. Elime kitabi aldım ve sayfalarını çevirmeden evvel sahiden nergis mi kokuyor diyerek, kitabı burnuma doğru götürdüm. Gerçekten de nergis kokuyordu. Buram buram değil de belki ama düpedüz nergis kokusuydu işte. Koku ne garip şey dedim. Önceden eşimi, eşim olmadan evvelki zamanlarda düşünürken hep kokusunu duyardım ilkin. Sonra yüzü, gözü, kaşı gelirdi gözümün önüne. Fakat önce kokusunu duyardım. İyice bir sızlardı burnumun direği böyle anlarda. Her buluşmada ise önce boynunu koklar sonra dudaklarımı dudaklarına uzatırdım. Ne güzeldi sevdiğim adamın kokusu bir zamanlar. Yıllar geçti, çocuklar oldu, güzel bir adamken huysuz bir adam oldu, bir de faturalar yığıldı kalbimizin orta yerine. Kendisinden iki çift sevda sözü duymayı geçtim, o güzel kokusunu duymuyordum artık. Yoksa hep böyle miydi, ben mi sevda sarhoşuydum. Çocuklarımı kokluyorum fakat o kokunun yerini tutmuyor. Ne biçim bir anneyim ben böyle! Evlat kokusu cennet kokusu denir halbuki. Yavrularım kızmayın bana ama babanızı cennet sandım da yerleştim kalbine. Ne oldu şimdi? Kokusunu da yitirdi. Onunla birlikte yitti bütün güzel kokular. Zaten artık o adamla mı evliyim ben? Kokusuz bir adam artık babanız. Kokusuz bir ölü adam.
Sıraya girdim yeniden. Elimde nergis kokulu bir kitap, başımda nergis kokulu bir cehalet ve aldanmışlığımla...