ARAYIŞ
Aydınlık bir gün nasıl olur? Bunu duyumsayarak uyanmıştı o sabah. Uzaktan gelen çalışan insanların ve makinelerin sesleri onu uyandırmıştı. Bu kadar yakındı yani insanlara. İşleyen, kendini yenileyen hayata... Uzaktaki dağların maviliğine baktı bir süre. Yükselen ağaçların onun yüzeyinde oluşturduğu çıkıntıları seyretti. Sonra gözü bahçedeki ulu ceviz ağacına takıldı. Yapraklarının uçları kurumaya başlamış, yeşil kısımları yer yer sararmaya teslim oluyordu. Uzayan dallar eve doğru uzanmanın yanında diğer kollarıyla da sokağa doğru gölgelerini bırakıyordu.
Doğruldu ve yapması gereken şeyler olduğunu hatırladı. “İşte bundan sonrası ne olacak?” dedi içinden. O kadar yol kat etmişti ki geçen yıllar içinde. Tüm bunlar ne ifade ediyordu onun için. İşler istediği doğrultuda gitmemişti en başından beri. Oysa her şeyi onun için hazırlamışlardı çok önceden beri. Yapması gereken şey belliydi. İnsanları seviyordu. Onun için çabalamalarını, başını okşamalarını ve onu yüreklendirmelerini hep takdir ediyordu. Diğer tüm arkadaşları – pek de fazla sayılmazlardı aslında – halinden memnundu. Sıradan oyunlardan, günlük koşuşturmalardan, yiyecek-içecek arama derdinin olmamasından zevk alıp canla başla yaptıkları vazifelerini gurur kaynağı olarak görüyorlardı. O ise bunların derdinde değildi. Yaptığı işlerdense yapamadıklarını, bazen ise yapabileceklerini düşünüyordu tüm bunlardan kurtulduğunda. Ne yapması gerektiğini biliyordu artık. Bir anını kollayıp uzaklaşacaktı nereye gideceğini bilmese de.
Bunu yenmesi epey zamanını aldı. Bugün çok farklıydı artık. Onu, oradan kurtaracak boş bir anı bekliyordu şimdi.
Sabah yemeğini hazırlayıp getirdiler. Tembelliğe iyice alıştığı söylenebilirdi. Bunların hepsi o değişmeden önceydi. Tabağındakilerin hepsini bitirip üzerine bolca su içti. Yola çıktığında enerjiye çok ihtiyacı olacaktı. Onun bu halinden iyice keyiflenmişlerdi. Dünden beri aynı yerde dolaşıp durmaktan sıkıldığını düşündüler. Artık biraz serbest olmak onun da hakkıydı. Ona birkaç saatlik bir gezintinin iyi geleceğini düşünüyorlardı. Bahçede şöyle birkaç tur attı. Sevinçten havada yürüyordu sanki. Artık bu açık hapishaneden kurtulmak tek derdiydi. Duvar onun boyunun üç katı uzunluğundaydı. Onların haberi olmadan uzaklaşmak istiyordu evden. Bir elveda bile demeden. Kapının bu sabah her nedense aralık olduğunu görünce eve son kez bakmadan dışarı fırladı. Hiç durmadan yol aldı. Hiç durmadan on kilometre yol gitti. Yol boyunca irili ufaklı tepeler geçti, bir arabanın altında kalma tehlikesi geçirdi ve birkaç kişinin meraklı bakışlarına maruz kaldı.
Geleceğini şöyle bir gözden geçirdi. Daha uzun yollar vardı. Savunmasız bir doğada tek başına kalacaktı. Belki de bu halini arayacaktı… Kimlerle karşılaşacağını bilmiyordu. Peki ya hiç kimseye rastlamamak daha mı iyiydi sanki. Yeni bir hayata başlamak ağır gelen bir hayatı sürdürmekten daha katlanılabilir olur. Onun için de böyleydi artık. Ne pahasına olursa olsun vazgeçecekti sahip olduklarından. Yine de sahibi olanlara karşı bunu yapmaması gerektiği hissi uyandı içinde. Sadakatin onu o yapan en kutsal erdemlerden biri olduğu duygusu çok güçlüydü.
Onlarca ev, yüzlerce ağaç ve bir nehrin yanında yürüdü. Oysa o bunlara hiç dikkat etmemişti, bunları hiç görmemişti bile. Sadece geleceğin ona getireceklerinin heyecanı vardı içinde. Bazen sıcak bir yatak, bir tas su ve güzel yemek yetmez bir köpeğe. Başını okşayan el, onu seven dil de az gelir. Merak duygusu ve rutinden kurtulmak, yeni ortamlar ve farklı bir hayatın arayışında olmak tüm canlıların ortak duygusudur. Köpeğimiz Kont da bu hayalin peşinde ortadan kaybolsa da arayışta olmanın meşalesini yakmıştı.