top of page

PASLI ANAHTARIN HİKÂYESİ

​​Şehrin sabahları her zaman gri olurdu. Binalar, kaldırımlar, tabelalar… Sanki hepsi aynı renge boyanmıştı da sadece insanlar yürüyen canlı lekelerdi. O sabah da farklı değildi. Hüseyin Bey, yine elindeki eski teneke kutuyla apartmandan dışarı çıkmıştı. 

 

Yetmiş altı yaşındaki Hüseyin Bey, mahallenin en eski sakiniydi. Uzun zamandır kimse onun hakkında yeni bir şey öğrenememişti. Her pazartesi sabahı o paslı kutuyu alıp kayboluyor, akşamüstü eve dönüyordu. Nereye gittiğini, döndüğünde neden ellerinin titrediğini kimse sormuyordu. Belki sormaya cesaret edemiyorlardı. 

 

Dar sokaklardan o gün de sessiz adımlarla geçti. Eski bir pasajın önünde durdu. Pasaj o kadar harabe hâldeydi ki, tabelasının harfleri düşmüş, camları kırılmıştı. İçeri girip toz kokulu merdivenleri çıktı. En üst katta, üzerinde hiç numara olmayan bir kapının önünde durdu. Cebinden paslı bir anahtar çıkardı. Anahtarı çevirince kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriye loş bir ışık doldu. Odanın ortasında yuvarlak bir masa, etrafında boş sandalyeler… Masanın tam ortasında sararmış fotoğraflarla dolu bir albüm duruyordu. Hüseyin Bey kutuyu masaya koydu. İçinden eski mektuplar, bir kadın taraklığı, kırık bir cep saati ve küçük bir tahta kutu daha çıkardı. Tahta kutuyu açınca içinden siyah beyaz bir fotoğraf düştü. Fotoğrafta genç bir adam ve yanında başı hafifçe eğik bir kadın vardı. Kadının yüzü tuhaf şekilde bulanıktı; sanki kasıtlı olarak karalanmış gibiydi. Hüseyin Bey bu fotoğrafı her zaman en alta koyar, hiç uzun bakmazdı. Ama o gün biraz daha uzun baktı. Dudakları titredi. Ardından çekmeceden küçük bir defter çıkardı. Sayfalarında titrek el yazısıyla şu cümleler vardı: “Eğer biri bu satırları bulursa… affetmesini istemem. Sadece bilsin yeter. Gözleri hâlâ peşimde. Bazı kapılar kapalı kalmalı.”

Birden başını çevirip kapıya baktı. Sanki biri onu izliyormuş gibi geldi. Oysa koridor bomboştu. Derin bir nefes aldı, mektupları, fotoğrafları yeniden teneke kutuya yerleştirdi. Kapıyı dikkatle kilitledi ve evinin yolunu tuttu. Emir gizli gizli Hüseyin Bey’i izliyordu... 

 

Aradan birkaç hafta geçmişti. Şehir o sabah yine griydi. Binaların gölgeleri birbirine karışmış, sokaklarda tozlu bir yalnızlık dolaşıyordu. Hüseyin Bey, her zamanki gibi elinde eski teneke kutusuyla kaybolmuştu. Apartmanın merdivenlerinde, sekiz yaşındaki Emir dikkatle onu izliyordu. Birkaç kere cesaret edip “Dede, nereye gidiyorsun?” diye sormuştu, Hüseyin Bey her seferinde yalnızca başını okşayıp “Hatıralar var evlat… Bazı hatıralar anlatılınca büyür, anlatmayınca gömülür.” demişti. Küçük çocuk o sözleri pek anlamasa da içini tuhaf bir ürperti kaplamıştı. Zaman geçti. Hüseyin Bey bir sabah uyanmadı. Cenazesinde pek az insan vardı. Emir’in ailesi de oradaydı. Kısa süre sonra Hüseyin Bey’in evi boşaltıldı, daire başkalarına kiralandı. Ve o eski adam, şehrin hızla akan yaşamında kaybolup gitti. 

 

Yıllar sonra Emir artık genç bir adam olmuştu. Üniversiteyi bitirip memlekete döndüğünde, apartman hâlâ yerindeydi. Bir gün can sıkıntısıyla dolaşırken, eski pasajın önünde durdu. Kapısındaki dökülmüş harfleri görünce çocukluğundan tuhaf bir anı canlandı: Hüseyin Bey’in paslı anahtarı, o gıcırdayarak açılan kapı ve loş bir odanın kokusu…

Merdivenleri tek tek çıktı. En üst kata vardığında o kapı hâlâ yerindeydi. Üstelik üstünde hâlâ hiçbir numara yoktu. Elini kapının tokmağına uzattığında hafifçe titredi. Kapı itince kendiliğinden açıldı. Emir’in kalbi hızlandı. Sanki bir el onu içeri davet ediyordu. Odaya adım atınca geçmişin kokusu genzini yaktı. Ortadaki yuvarlak masa, eski sandalyeler oradaydı. Masanın üstünde tozlanmış bir albüm, çekmecede tanıdık bir teneke kutu duruyordu. Kutunun üstü ince ince örümcek ağıyla kaplanmıştı. Elleri titreyerek kutunun kapağına uzandı. İçinden eski mektuplar, karalanmış bir fotoğraf ve o küçük tahta kutu çıktı. Tahta kutuyu açtı, siyah beyaz fotoğraf düştü. Fotoğraftaki kadın hâlâ bulanıktı ama Emir’e öyle geldi ki, kadının gözleri doğrudan ona bakıyordu. 

 

Kutunun dibinde küçük, paslı bir anahtar daha vardı. Hüseyin Bey’in anahtarı. Emir eline aldığında sanki odanın içindeki hava bir an değişti. Perdeler hafifçe kıpırdadı. Bir fısıltı duyar gibi oldu. “Bazı kapılar kapalı kalmalı…” Hüseyin Bey’in sesi kulaklarının içinde yankılandı mı, yoksa zihni mi oyun oynuyordu, ayırt edemedi. Genç adam kutuyu yeniden kapatırken gözü deftere ilişti. Sayfalar arasına iliştirilmiş bir not vardı: “Bu yük artık sana ait, bilmeden aldığın gibi. Hatıralar, sandığın kadar sessiz değildir.”

Emir, odayı hızla terk etti. Merdivenleri inerken kalbi deli gibi çarpıyordu. Dışarı çıktığında şehir hâlâ griydi. Ama nedense biraz daha soğuktu. Ve kimse bilmeyecekti ki, Hüseyin Bey’in eski sırları bir zamanlar küçücük bir çocuğun içine sinmiş, şimdi de onun ellerinde yeni bir gölge olarak yaşamaya başlamıştı.

Yayına Hazırlayan: Süheyla Çağlar

paslı anahtar.jpg
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

© 2023 by HEAD OF THE CLASS.

PR / T 123.456.7890 / F 123.456.7899 / info@mysite.com

Hazırladığınız kitap incelemelerinizi, öykü-deneme türündeki yazılarınızı, edebiyat ve sanat odaklı dosya konularınızı romanoku.org@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

 

Tanıtım amaçlı kitap gönderimi ve reklamlarınız için de aynı kanallardan ulaşabilirsiniz.

  • Instagram
  • X
  • Facebook
  • Youtube
bottom of page