top of page
Ümit Yaban ile (Facebook Kapak Fotoğrafı).jpg

Ah ilk kitaplar! Yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahip ilk kitaplar. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerli. Biz de bu heyecana ortağız ve büyük bir zevkle yazarların ilk göz ağrılarının görünürlüğüne katkı sunmayı görev biliyoruz.

51DkKeHocSL._SY466_.jpg

"Ümit Yaban ile İlk Ümit" röportajları yeni konukların ilk kitaplarıyla romanoku.org adresinde devam ediyor.

Ümit Yaban'ın bu seride sitemizdeki yeni konuğu "Andrea’ya Mektuplar" adlı kitabıyla P.T. Barva.

Ümit Yaban

ümityaban1_edited.png

Sayın P.T. Barva ilk kitabınız Andrea’ya Mektuplar’ı kutlarım, Sözcükler Yayınevi’nden elimize geçti keyifle okuduk teşekkürler. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? P.T. Barva kimdir?

Andrea’ya Mektuplar’a gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim. Edebiyatla kurduğumuz ilk temas elbette çocukluğun o puslu dünyasında başlar. Benim de öyle oldu. Annem ve babam köy öğretmeniydi. Beş yaşıma kadar yüksek bir dağ köyünde yaşadım, sonrasında da sınıfta büyüdüm diyebilirim, bunu hemen hemen tüm öğretmen çocukları yaşamıştır. Zor koşullara rağmen annemin kitaplığı muazzamdı. Beydeba’dan Jack London’a, Fakir Baykurt’tan Cengiz Aytmatov’a, Karacaoğlan’dan Gorki’ye, Angela Sommer-Bodenburg’dan -hâlâ Küçük Vampir serisini nasıl mutlulukla okuduğumu hatırlarım- Stephen King’e varan yelpazede kitaplar arasındaydım, iştahla hepsini okudum. Ansiklopedileri, takvim yapraklarını okudum. Çocukken bir masa altına saklanıp kitap okumak, gerçek dünyanın sıkıcılığından kaçmaktı. Şimdi de durum çok farklı değil benim için. Anlamlandıramadığım bu büyük dünyayı yazıyorum, onu daha az sıkıcı hâle getirmeye uğraşıyorum. Aynı zamanda kimsenin görmek istemediği insanları, olayları, hâlleri görünür kılmaya, çağımızın kötülüklerini didaktik yollara sapmadan aktarmaya çalışıyorum. Öğretici, dayatıcı metinlerden uzak dururum. Çünkü bence edebiyatın kimseye iyilik borcu yoktur. Yazarın da. Tüm sanat dalları gibi edebiyat da estetik olanın peşindedir, göze güzel gelen şeyler ise her zaman iyicil değildir.

Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?

Sanırım burada ortaokul şiir dosyalarımızdan bahsetmemiz gerekiyor. Fakat hayır, günlükleri ve ergenlik şiirlerini geçmeliyiz. İlk romanımı otuz beş yaşımda yazdım, üç sene boyunca her gece masama oturup saatlerce yazdım. Sayısalcıyım, ömrüm fenle, matematikle geçti, bu yeni durum benim için de sıra dışıydı. Yine de hayatımın en heyecan verici günleriydi. Romanımın ilk taslağı bittiğinde artık yazmaktan vazgeçemeyeceğimi kavramıştım. Edebiyat camiasına yabancıydım, çevremde yazan çizen hiç kimse yoktu, elimdeki romanla ne yapacağımı bilmiyordum. O günlerde tiyatro yazarı N. Taner Büyükarman ile karşılaşmam beni bugünüme ulaştırdı. Romanımın çıktısı elimdeydi fakat bu yazdıklarımın edebiyatta karşılığı var mıydı? Belki de hepsini yırtıp atmalıydım. Taner Hocam yazdıklarımın kıymetli edebi metinler olduğunu söyledi ve beni hep yazmam, daha çok yazmam için cesaretlendirdi. Kendisine minnettarım. Roman dosyamı birkaç yayınevine gönderdim ve beklemeye başladım. Olumsuz yanıtlar bir bir gelirken ben öyküler yazmaya başlamıştım. Bir gün Litera Edebiyat’ın bir ilanını görüp kendilerine iki öykümü gönderdim. Doğuş Sarpkaya ve Mahir Ünsal Eriş metinleri değerlendirip iyi bulduklarını Litera Edebiyat’ta yayımlıyorlardı. Benim öykülerimi de kayda değer buldular, hatta birkaç düzelti önerdiler. Sonrasında iki öyküm de yayımlandı. Bu yeni durum, yani metinlerimin alanında uzman kişilerce değerlendirilmesi benim için bulunmaz nimetti doğrusu. Ne kadar yazarsam o kadar bilmediğim şey olduğunu görüyordum. O yüzden Fadime Uslu ve Doğuş Sarpkaya’nın birlikte yürüttüğü İşleyen Kurmaca Atölyesi’ne katıldım. Yaptığım en doğru iştir. Fadime Uslu ustamdır. Beni Haiku ile tanıştırdı. Öykü sanatının inceliklerini yılmadan anlattı. Doğuş Sarpkaya’dan  öğrendiklerim ise beni kendi metinlerimin editörlüğünü yapabilecek hâle getirdi. Böylece ilk kitabımı, Andrea’ya Mektuplar dosyamı kendim hazırlayabildim. 

Yazmaya yeni başlayanlara, hocam N. Taner Büyükarman’ın umutsuzluğa kapıldığım her an kulağımda çınlayan şu sözlerini söyleyebilirim: “Yüzmeye devam et! Yüzmeye devam et!” Kayıp Balık Nemo’dan. Epey etkilidir, yüzmeye devam edin.

Yaşanmışlıklar, gözlemlediklerimiz, iç dünyamız yazdıklarımızın bel kemiği olsa da sizin yazarken ilham kaynaklarınız, hikâyelerinizin temelini oluşturan unsurlar nelerdir?

İyi bir dinleyiciyim. Tanıdık tanımadık tüm insanların anlattıklarına kulak veririm. Yalnızca insanlar değil, dağlar, meşeler ve nehirler de çok şey anlatır. Dinlemeyi bilmek gerek. Görmek ise en büyük eylemdir ve masa altına gizlenip dünyayı izleyenler iyi birer gözlemci olmaya mahkûmdur. Renkler, kokular, müzik, sesler… Hepsi birleşip atmosferi yaratır, sonra karakterler konuşur. Geriye gördüklerimi ve duyduklarımı kâğıda aktarmam kalır. İlham gibi bir şey beklemem, öykünün özü içimde yuvalanmışsa metin kendini belli eder, cümleler zihnimde dolaşmaya başlar. İşte o zaman yazmaya otururum. Hikâyenin sonunu bilmem, bence işin en eğlenceli kısmı bu. Yazdığım karakterlerle birlikte görürüz olayların vardığı yeri. Hikâyelerimin temelinde kötülüğe ağıt var. İnsanın insana ettiği, çağın hepimize reva gördüğü kötülük. Elbette aşk gibi, onur gibi yüce duyguların hâlâ yeryüzünde dolaştığına dair umut da var. Tüm korkunç durumları yabancılaşmış gözle yazmayı, iç acıtan sahnelerin ağırlığını mizaha yüklemeyi seviyorum. Bugüne kadar, ne denli övülürse övülsün sıkıcı bulduğum hiçbir kitabı bitirmeye uğraşmadım. İçerik ilgimi çekmiyorsa, metinde dikkat çekici bir ses, bir dil tavrı, edebi derinlik ya da -Tanrı aşkına- küçük bir mizah kırıntısı yoksa kitabı usulca kapatırım. Bundandır ki, Andrea’ya Mektuplar’ı yazarken kendi okuma zevkimi gözettim.

Yazım süreciniz belirli bir disiplin veya ritüel çerçevesinde mi ilerliyor? Yazar tıkanıklığını aşmak için benimsediğiniz özel yöntemler var mı?

Gece saatlerinde yazıyorum. Sessizlikte, kapım kapalı, yalnız. Küçük, bilmem kaç yıllık bir abajurum var, onun düğmesine basıp bilgisayarımı açtığımda yazma saatim başlar. Düzeltilerimi gündüz yaparım, o zaman kapım açıktır, metin de okura açık hâle gelir. Stephen King, Yazma Sanatı’nda böyle yazdığından bahsetmiş, farkında olmadan ben de aynı şeyi yapıyormuşum. Tabii o aynı zamanda küçük bir karavanda, çamaşır makinesinin önündeki küçücük boşlukta en büyük romanlarını yazabilmiş bir yazar. Ben bu tür sıkışık durumlarda yalnızca aklıma düşen cümleleri not alıyorum. Gündüz saatlerini notlar alarak veya taslak hâldeki metinlerimi düzenleyerek geçiririm. Esas yazma eylemim her daim gecedir. Yazar tıkanıklığı kavramını çok algılayamıyorum çünkü ben yazmak istediğimde, aklımda iyi bir fikir varsa bilgisayarımın başına oturuyorum. Yazmak istemediğimde yazmam. Bu zorlamayla yapılacak bir iş değil bana göre. Okuyorum, büyük yazarların hayat hikâyelerinde sabah erken saatlerde mutlaka birkaç sayfa yazdıkları anlatılıyor. Bu belki de büyük bir meziyet, bilemiyorum. İyi bir metnin peşindeysem çok çalışkan olurum, gecelerce bıkmadan kelime kelime metnin en iyi hâline ulaşmaya uğraşırım. Yine de, yukarıda da söylediğim gibi, hikâyenin özü içimde oluşmadan manasız paragraflar yazma peşinde olmuyorum. Onun yerine Haiku yazıyorum. En kısa şiir Haiku az sözle çok şey söyleme sanatı; bundan iyi bir günlük yazma pratiği yoktur bence. Âna odaklanma, bir
duyguyu, durumu, bambaşka bir sözle anlatmaya çalışmak Haiku. Metafor yaratma bir yerde. Söylenen küçücük birkaç sözün bir anlık parlamayla vurucu etki yaratması inanılmaz.

Kitabınızın genel teması nedir? Temayı oluştururken bilinçli bir şekilde mi hareket ettiniz yoksa yazım sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıktı? 

Andrea’ya Mektuplar iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde on iki mektup var. Bu mektupların nasıl bir çerçevede ilerleyeceğini aşağı yukarı belirlemiştim. İlk mektuptan itibaren Sözcükler dergisinde yayımlanıyorlardı. Yayıncım Turgay Fişekçi, dergiye gönderdiğim her metnimle ilgilendi, eleştirilerini belirtti. Andrea’ya Mektuplar’ın ilkini gönderdiğimde beğenisini ifade edip diğer mektupları istedi ve aslında kitabımın basım süreci böylece başlamış oldu. Dosyamı hazırladığımda hiçbir yayınevinin kapısını çalmadım ve birçok sayısında öykülerimin yayımlandığı, güvendiğim, edebi çizgisini hayranlıkla takip ettiğim Sözcükler Yayınevi’ne, Turgay Bey’e sundum. Sonrasında kabul gören dosyama son şeklini verdim ve işte bugün buradayız. Desteğini hiç esirgemeyen yayıncım Turgay Fişekçi’ye tekrar teşekkür ediyorum. Kitaba geri dönersek, küçük bir aile içi çekişmeden yola çıkıp evrensel meselelere varan; kötülüğe, umuda, direnişe, sadakate ve elbette en önemlisi, insanı insan yapan merhamete dair on iki mektup bekliyor okuru. İkinci bölüm Tanrı Parçacığı adını taşıyor ve on bir öykü, bir o kadar da haiku içeriyor. Haikularla öyküler arasında özel bir bağ var, okurun bunu kavrayıp bu edebi çeşitlilikten mutlu olacağını umuyorum.

Kitabınızı okuyan birinin aklında en çok hangi soruların veya duyguların kalmasını isterdiniz?

Andrea’ya Mektuplar ironiyle, mizahla dokunmuş metinler. Mütemadiyen örtmeye çalıştığımız korkunç gerçekleri irdeleyen, insan olmaya dair tüm değerleri sorgulayan öyküler. Umarım okur kitabı eline aldığında bu ilmekleri benimle birlikte örer, renkleri, desenleri fark eder ve hepsini bir ilmekle kendi iç dünyasına katar.

Kitabınızı yazarken ve yayımlarken aldığınız en değerli tavsiye ne oldu?

Yazarken yalnızız. Dosyamı hazırlayıp yayınevine gönderdim, aklıma takılan bir şey olduğunda yayıncıma danıştım. Ustam Fadime Uslu kitabımın arka kapak yazısını yazdı, minnettarım. Yazar arkadaşım, dostum Demet Eker hep yanımda oldu.

Yeni dosya hazırlığınız var mı? İlk kitap tecrübesini yaşamış biri olarak, ikinci dosya hazırlığında mutlaka buna dikkat edeceğim dediğiniz başlıklar neler?

İlk kitabım gerçekten istediğim gibi oldu, baştan sona beni yansıtan, edebi bakışımı gösteren metinlerden oluştu. Sıkı çalıştığım bir dosyaydı, saygın bir yayınevinden çıktı. Mutluyum. Söyleşimizin başında bahsettiğim romanım hâlâ beklemede. Henüz onunla ne yapacağımı bilmiyorum. Yeni bir roman yazıyorum. Dosya hâline gelmesi ne kadar sürer, bekleyip göreceğiz.

Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.

ümityaban1_edited.png
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

P.T. BARVA,

Andrea'ya Mektuplar, 

176 Sayfa, Sözcükler

Söyleşi: Ümit Yaban, 01.12.2025

51DkKeHocSL._SY466_.jpg

© 2023 by HEAD OF THE CLASS.

PR / T 123.456.7890 / F 123.456.7899 / info@mysite.com

Hazırladığınız kitap incelemelerinizi, öykü-deneme türündeki yazılarınızı, edebiyat ve sanat odaklı dosya konularınızı romanoku.org@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

 

Tanıtım amaçlı kitap gönderimi ve reklamlarınız için de aynı kanallardan ulaşabilirsiniz.

  • Instagram
  • X
  • Facebook
  • Youtube
bottom of page