Ah ilk kitaplar! Yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahip ilk kitaplar. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerli. Biz de bu heyecana ortağız ve büyük bir zevkle yazarların ilk göz ağrılarının görünürlüğüne katkı sunmayı görev biliyoruz.
Ümit Yaban

Novelius Edebiyat adlı edebiyat platformunda yayımlanmaya başladığı günden beri istikrarlı bir çizgide devam eden "Ümit Yaban ile İlk Ümit" röportajları yeni konukların ilk kitaplarıyla romanoku.org adresinde devam ediyor. Ümit Yaban'ın bu seride sitemizdeki ilk röportajının konuğu "Kemikler ve Kartlar" adlı kitabıyla Semih Ellialtı oldu.

Sayın Semih Ellialtı ilk kitabınız Kemikler ve Kartlar’ı kutlarım, İthaki Yayınları’ndan elimize geçti keyifle okuduk teşekkürler. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Semih Ellialtı kimdir?

Öncelikle nazik davetiniz ve ilk kitabı yayımlanan yazarlara söz hakkı tanıyan bir röportaj serisini istikrarlı bir şekilde sürdüren kıymetli tavrınız için sizlere çok teşekkür ederim.
Uzmanlık alanı Türkiye’de fantastik edebiyat ve sinema olan bir yazar, yönetmen ve akademisyenim. Lisans ve yüksek lisans öğrenimimi Akdeniz Üniversitesi Sinema-TV bölümünde, sanatta yeterlik öğrenimimi ise Maltepe Üniversitesi Sinema Sanatta Yeterlik Programı’nda tamamladım. Edebiyat, sinema ve akademi üçgeninde çalışmalarıma devam ediyorum. Bu üçgenin edebiyat noktası, çocuk yaşlardan beri üzerine düşünmeyi ve üretmeyi en çok sevdiğim şey oldu. Yabancı yazarlar tarafından yazılan fantastik edebiyat eserlerinin Türkiye’de yoğun şekilde okunduğunu ancak Türk bir yazar olarak Türkiye’de fantastik edebiyat üretmenin ve kendini kabullendirmenin zorlu yolları olduğunu fark ettim. Bu sebeple yurt dışındaki örneklerde olduğu gibi fantastik edebiyatın sinemayla kurduğu uyarlama ilişkisinin hep çok önemli olduğunu düşündüm. Sinema eğitimine de kendi yazdığım edebi metinleri, senaryoya ve yönetmenliğine tamamen hâkim olarak uyarlayabilme hevesiyle başladım. Üzerinde çalıştığım türün kuramsal yönünü ve yerelden evrensele uzanan bir anlayışla Türkiye’de fantastik eserlerin nasıl verilebileceğini kavramak adına akademide kalmaya devam ettim. Özetle edebiyatla kurduğum ilişki farklı alanlara dallanıp budaklanıp, yeni şeyleri öğrenmeme yol açarak beni hep mutlu etti.
Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?
Yazma yolculuğum ilkokulda kendi sahnelediğim tek kişilik tiyatro oyunlarının metinleriyle başladı. Her şeyin en başında tiyatro sahnesinin büyüleyici tarafı beni oyuncu olmaya daha çok çekiyor ve olmadığım kimlikleri canlandırmak daha çok mutlu ediyor zannederken, zamanla yazmanın büyüsü daha baskın gelmeye başladı. Canlandırmak yerine o karakterleri inşa etmek, düşünce dünyalarını tasarlamak ve başlarına gelecek olayları oluşturmak çok daha ilgi çekici geldi. Yazma isteği daha baskın gelince tabii ki bir süre sonra tiyatro metni yazma hevesi yerini öykü yazmaya bıraktı. Gerçekliği kurmaca yoluyla istediğim gibi eğip bükme özgürlüğünü bir kere tadınca bunun yaşamdan aldığım keyfi artırdığını fark ettim.
Okumayı ve izlemeyi sevdiğiniz şeyler de kurmaca anlayışınızı oldukça etkiliyor. 90’ların ortasında doğmuş bir yazar olarak, fantastik türünün zirveyi gördüğü bir dönemin içine düştüm. Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi edebiyat uyarlamalarını izlemek “bu izlediğim filmin kitapları nasıl acaba?” sorusunu tetikledi. Kitapları okuduktan sonra o dönem forum tabanlı rol yapma oyunlarının olduğu internet sitelerinde, kurmaca karakterlerimizi bir hikâyenin içine yerleştirdiğimiz oyunlar oynardık. Bir nevi masaüstü rol yapma oyunlarının, dijital bir versiyonu gibiydi yani yaptığımız şey. Orada yazmaya meraklı bir sürü kişi bir aradaydı ve herkes birbirinin hikâye anlatma şeklini yapıcı şekilde eleştiriyordu. Spekülatif kurguyla uğraşan birçok kişinin edebiyat serüveni bir dönem bu platformlarla kesişmiştir diye düşünüyorum.
Ne yönde bir edebiyatın peşinde olduğunuza dair fikriniz azken, heyecanınız çokken ve henüz yolun çok başındayken doğru insanlarla tanışmak da çok önemli. Türkçe öğretmenim Hüseyin Kaloğulları sayesinde Kafka’nın fantazyasıyla tanıştım. Devamlı gittiğim bir kitapçının sahibi sayesinde Ursula K. Le Guin’i keşfettim. Onların verdikleri sayesinde ise daha çok araştırma yapmaya başladım. Edgar Allan Poe’yu okumak, Latin Amerika Büyülü Gerçekçiliği’ni tanımak önemli dönüm noktalarıydı. Fantazyanın sadece Tolkien fantazyasından ibaret olmadığını, farklı biçimleri olduğunu öğrenmeye başladım. Yüzümü Türk edebiyatına döndüğümde ise Hüseyin Rahmi Gürpınar, Suat Derviş, Nazlı Eray, İhsan Oktay Anar ve Barış Müstecaplıoğlu gibi adı saymakla bitmeyecek bir sürü kıymetli ismin bu yönde eser verdiğini gördüm. Zamanla Anadolu mitleri ve Türk mitolojisi okumalarım da ufkumun genişlemesini sağladı. Tabii ki gerçekliği nitelikli ve ikna edici şekilde eğip bükebilmek için, gerçekçi konuları başarıyla işleyen duru ve akıcı bir Türkçe kullanan yazarları da okumaya ihtiyacınız var. Bu sebeple okumalarımı sadece fantastik edebiyatla sınırlamamak çok faydalı oldu diyebilirim.
Yazarlık yolculuğum boyunca, yayınevindeki editörlerle kitap üzerine çalışmaya başlayan kadar bir atölye veya harici bir editörden destek almadım. Ancak hâlihazırda okuduğum bölüm gereği kurmaca metin oluşturma, uyarlama ve dramaturjinin temelleri üzerine okulda bununla ilgili çok fazla ders gördüm. Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği, Müge İplikçi, Semih Gümüş ve Faruk Duman’ın jüri olduğu öykü yarışmasında kısa listeye kalmak beni yazmaya devam etmekle ilgili cesaretlendiren önemli bir basamak oldu. Üniversitede fantastik kısa öyküler yazmaya devam ettim ve öykülerim Lemur Dergi’de kendine yer buldu. Bu dönemde de Kemikler ve Kartlar’ın ilk tohumları atıldı.
Kitabım tamamlanıp editörden ilk kabul aldığında 21 yaşındaydım ve kitap geçen yıl çıktığındaysa 28 yaşındaydım. 7 yıllık bir bekleyiş süreci oldu. Elbette bu bekleme süreci, biraz da benim Türkiye’de tür edebiyatı deyince ilk akla gelen, kitaplarını okumaktan en çok keyif aldığım İthaki Yayınları’ndan kitabımın çıkmasını sabretmeyi göze aldığım için de uzadı. Doğru kitabın doğru yayıneviyle ve o yayınevinin doğru okur kitlesiyle buluşmasını çok önemsiyorum çünkü. Bu bağlamda yeni yazar olacak meslektaşlarıma söyleyebileceğim tek şey, en azından ilk kitabınızı bastırma sürecinde sabır, irade ve metanet duygularını korumaları. Siz kitabınıza güveniyorsanız ve profesyonellerden doğru tepkileri alıyorsanız, diğer süreçlerde hayalinizi gerçekleştirmek için kitabınızın arkasında usanmadan durmanız çok önemli.
Yaşanmışlıklar, gözlemlediklerimiz, iç dünyamız yazdıklarımızın bel kemiği olsa da sizin yazarken ilham kaynaklarınız, hikayelerinizin temelini oluşturan unsurlar nelerdir?
Her şey edebiyatın malzemesi olabilir. “Şey”leri imge düzeyinde sonsuz sayıda çeşitlendirme özgürlüğü ve bireysel/toplumsal düzlemde kendime dert edindiğim meselelerin kesiştiği o nokta, hikâyelerimin temelini oluşturuyor. Örneğin bu kesişim sayesinde; oyun oynamak gibi eğlenceli bir eylemle, bu eylemin çocuklar için yasaklandığı trajik bir durumu fantastik bir evrende bir araya getirebiliyorum.
Yazım süreciniz belirli bir disiplin veya ritüel çerçevesinde mi ilerliyor? Yazar tıkanıklığını aşmak için benimsediğiniz özel yöntemler var mı?
Yazar tıkanıklığını hiç yaşamadım. Galiba fantastik, bana yazarken gerçekliğin uçsuz bucaksız tarafına taşan bir alan tanıdığı için yazarken takılıp kaldığımı ve ilerletemediğimi hiç hatırlamıyorum. O sebeple deneyimlemediğim bir durumu aşmak için tavsiye vermeyi kendi adıma doğru bulmuyorum.
Yazım sürecim belli bir ritüel çerçevesinde ilerlemese de yazdığım bölümlerde az çok ne olacağını bildiğim ancak bu bölümlerde hikâyenin ana omurgasından çok sapmadan doğaçlama özgürlüğünü kendime tanıdığım bir yol benimsediğimi söyleyebilirim. Çünkü kurmaca, güvenli ve hesapladığınız alandan çıktığınızda size hiç düşünmediğiniz kadar yeni ve iyi fikirler getirebiliyor
Kitabınızın genel teması nedir? Temayı oluştururken bilinçli bir şekilde mi hareket ettiniz yoksa yazım sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıktı?

Kitabım oyun oynama eyleminin arkaik geçmişiyle modern oyunları oynayan insanın arasında köprü kurmaya çalışıyor. Bunu yaparken zar, kart ve satranç taşları gibi köklü oyunların yapısından faydalanırken, modern insanın dijital oyunlar üzerinden alternatif gerçekliğini yeniden yarattığı simülasyon teorisine uzanan bir noktayı irdeliyor. Oyun oynamanın yozlaştırıcı mı yoksa özgürleştirici mi olduğu sorusunu, varoluşçuluk, özgür irade ve modern toplum eleştirisi üzerinden yeni biçimlerde ele almaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Kitabı yazarken bir temam var ve şimdi bunu yazacağım düşüncesiyle başlamıyorsunuz elbette. Genelde ilginç bir fikir, olay veya karakterin sizi çarpmasıyla başlıyor her şey. Sonra bu fikirler ve olaylar silsilesine yoğunlaştıkça, sizin üzerinde derinleşmek istediğiniz tema da berraklaşıyor. Bahsettiğim şey yazarın eserin suyunun akacağı yönü kestirmeye başlaması ve o yönde devam etmesi. Çünkü yazar olarak biraz yazdığınızı yol üstünde tanıyorsunuz. Bazen karakterin karşılaştığı ufak bir olayda bile ne yapılmasını gerektiğini araştırdığınız durumlar oluyor. O araştırma süreçlerinin içindeki ufak bir detay, hikâyeyi yazdığınız dönemde gözünüze çarpan ufak bir görüntü bile anlama sürecini devamlı şekillendiriyor. Elbette bir temanın ve meselenin bilincinde ilerliyoruz ama hikâye bazen kaldırım taşından yükselen çiçek gibi inatla oradan taşmak istediğinde, yazarın kafasındaki tema da yeni formlara kavuşabiliyor.
Mesela ben kitaba suya farklı rakamlarla atılan zarların, insanlara farklı nesneler verebileceği fikrinin cazibesiyle başladım. Zamanla zarlar, diğer oyunlara sıçradı ve anlatı genişledikçe genişledi. Oyun hep merkezdeydi ve oradaydı. Ama mesele kemik zarlarla kalmadı yani.
Kitabınızı yazarken ve yayımlarken aldığınız en değerli tavsiye ne oldu?
İki tavsiye kritik öneme sahipti. Birincisi kitabın ilk kısmını tamamladığımda, kitabı ithaf ettiğim kardeşim Ozancan Ellialtı’nın bu kitabın ikinci kısmı olması gerektiğine dair verdiği tavsiyeydi. Bu tavsiyesi ve kitabın ikinci kısmını kafamda şekillendiren sorusu, kitabın şu an memnun olduğum son hâline gelmesini sağladı. İkinci tavsiye ise oldukça tahmin edilebilir ancak o tavsiyeye uymayıp gemileri yaksaydım, üzerine konuşabileceğim bir kitabım veya şu an sizinle gerçekleştirdiğim bir röportajımız olmayabilirdi: “Sabret. İlk kitap her zaman en zorudur.”
Yeni dosya hazırlığınız var mı? İlk kitap tecrübesini yaşamış biri olarak, ikinci dosya hazırlığında mutlaka buna dikkat edeceğim dediğiniz başlıklar neler?
Bir sonraki dosyamın kurgu dışı olmasını planlıyoruz. Yüksek lisans tezimden türetilen ve “Türkiye’de Fantastik Sinema” adıyla çıkmasını planladığımız, özellikle 2000 sonrası bağımsız sinemamızda auteur yönetmenlerin sinema dillerini oluştururken fantastik bir dilden yararlandığı ve bunun sinemamızda fantastik bir eğilime dönüştüğünü ele alan bir çalışma olacak. Büyük ustamız ve hocamız Giovanni Scognamillo’nun saygıdeğer Metin Demirhan ile yazdığı “Fantastik Türk Sineması” kitabıyla, bize bıraktıkları mirasın devamı niteliğinde bir kitap olacak. Fantastik Türk Sineması kitabı Yeşilçam’dan başlayarak 2000’lere kadar Türk sinemasında fantastiğin gelişimini ve evrimini inceleyen literatürdeki en kapsamlı kaynak. Ben de sinemamızdaki bu birikimin artık estetik bir fantastik sinema anlayışına dönüştüğünü ve 2000 sonrasındaki vaziyetini inceliyorum. İkinci dosya hazırlığında dikkat edeceğimiz yegâne şey, eserin akademik tez yapısından biraz daha bağımsızlaşıp, herkesin okuyabileceği akıcılıkta bir forma kavuşması.
Onun dışında kurmaca kitap olarak yazacağım bir sonraki kitabın hazırlıklarına, beni heyecanlandıran fikirlerin notlarını derleyerek başladığımı söyleyebilirim. Bu bir roman mı yoksa novella mı olacak, onu biraz zaman gösterecek. Bu dosyada dikkat edeceğim şey ise ilk kitabı yazarken mecburen akla gelen kaygıları artık taşımadan yazabilmek. Çünkü Türkiye şartları gereği, henüz ilk kitabı çıkacak olan bir yazarsanız işin içine bir sürü detay giriyor. Eğer ilk kitabınız çok uzun bir kitap olursa, bu durum maliyetleri fazlasıyla artırıp kitabın satış fiyatını etkiliyor. Böylece daha fazla okura ulaşmak isteyen yazarın, daha yolun en başında kimseye ulaşamaması gibi kötü bir tabloyla karşılaşılabiliyor. Aynı şekilde çok ünlü ve kitaplarının çok satacağının garantisi olan bir yazar değilseniz, hele de ilk kitabı çıkacak bir yazarsanız yayınevleri üç beş veya yedi kitaptan oluşan fantastik bir serinin ilk kitabını yayımlamakta doğal olarak tereddüt edebiliyor. Ben Kemikler ve Kartlar’ı yedi yıllık süreçte olması gerektiği uzunluğa ve olgunluğa kavuşturabildiğim için mutluyum. Ancak birden fazla kitap mı olmalı, çok daha detaylı mı yazılmalı gibi sorular en başta benim de kafamı kurcalamıştı. Gün sonunda yeni kitabımı yazarken, ilk kitabın çıkış sürecinin yarattığı doğal kaygılardan uzak yazmaya dikkat edeceğimi söyleyebilirim.
Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. Oldukça keyifliydi. Sizlere ve röportajı okuyan herkese, ayırdıkları değerli vakitleri için sevgiler, selamlar…


Semih Ellialtı,
Kemikler ve Kartlar, 216 Sayfa
İthaki Yayınları, 2024
Söyleşi: Ümit Yaban, 01.08..2025